
Dosya No 5: Latife Tekin
Beşinci dosyayı modern Türkçe edebiyatta politik bilinci deneysel yazınla bir araya getiren ve bir ‘yazınsal-eylemci’ olarak gördüğümüz Latife Tekin’e adıyoruz.
Beşinci dosyayı modern Türkçe edebiyatta politik bilinci deneysel yazınla bir araya getiren ve bir ‘yazınsal-eylemci’ olarak gördüğümüz Latife Tekin’e adıyoruz.
Yazının, edebiyatın yatağından çıkmış, yazıyı dayanak yapıp kurulmuş bir edebiyat değildir Tekin’in yazısı. Yazının dışındaki kaygı, ölçü ve sesi, coşkuyla ve gür bir güçle yazıya taşımış, edebiyatın alışılmış imlasını değiştirmiş bir edebiyattır Latife Tekin romancılığı.
Tekin başlangıçtan beri hep orada olan, ama asla tamamlanamayan bir yoksulluk kavramını ele alarak farklılaşır. Yoksulluk her yerdedir ona göre ve aslında çoktan oradadır. Mekâna ilk gelen konuktur.
Latife Tekin’in kendi gerçekliğini arayışı, dili bozmakla başlar. Dille oynamak, içine doğduğu dili değiştirmek, toplumda gördüğü aksaklıkları kökünden değiştirmeye girişmek gibidir.
Bir açıklığın bir şeyi daha iyi gizleyebileceğinin bilgisini, evin hangi tekinsizliği bize öğretmiş olabilir? Evde gizlenmiş olan şeyin sayıklanışını en çok duyan eşya ahşap mı, çelik mi, sırça mı, kumaş mı?
Pelin Özer’in Haziran 2020’de ‘Latife Tekin Kitabı’na yazdığı sonsözü yayımlıyoruz. Yazarın izniyle.
‘Sevgili Arsız Ölüm’ metin olarak sürekli genişleyen, diğer metinlerle yan yana gelmeyi arzulayan ve Avrupa merkezli bir yorumu yeniden üretmeyen edebiyat ağının bir parçası, nihai olmayan bir bileşeni olarak düşünülebilir.
Dila Keleş’in 2017’de ‘Gece Dersleri’ ve Latife Tekin üzerine yazdığı yazıyı dosya kapsamında yeniden yayımlıyoruz.
Ahmet Ergenç’ten “Latife Tekin edebiyatında yazı ne hallere bürünür, nasıl bir yaşamsal ve politik aygıttır?” sorusu üzerine düşünen bir liste.
Mustafa Sütlaş, 2012’den bu yana yaşadığı ‘öğrenme ve paylaşma mekanı’ Gümüşlük Akademisi’ni ve Latife Tekin’le yıllara yayılan dostluğunu anlatıyor.
Nalan Kurunç, dosyaya bir şiiriyle katılıyor: “Çılgınlık burun deliklerimizde de arap kuralları, paralı askerler // Orada inliyor, öğle ardı şaşkınlığı saçsız bırakıyor acıdan, dinleyin!”
“Fransız Felsefesi: Tekil Düşünce” başlıklı atölye 23 Nisan’da başlıyor.
Michael Kohlhaas ve Kâtip Bartleby’de Kleist ve Melville sadece hikâye anlatmaz, okura farkında olmadığı bir seçenek sunar; olasılığı, olabilirliği, gözden uzak tutulan diğer seçeneği okurun önüne koyar.
“Temsiliyetin kendisi ile birlikte izleyicinin öznelliğinin de krize atılabildiği, krize atlayabildiği bir sanat anlayışıdır dezonans.”
‘Önüm Arkam Sağım Solum Sobe!’ adlı çalışma, bedenlerimiz üzerinden işleyen kapatma-kuşatmaya karşı direnci merkeze alan bir bakış öneriyor.
Post. Akademi’de Orhan Cem Çetin’le gerçekleştireceğimiz “Fotoğrafın Sonu Mu? Fotoğraf Tarihine Bir Bakış” başlıklı atölye 8 Nisan’da başlıyor.
‘Kabul,’ Arzu Kıraner’in çeşitli bireyleri, grupları ve aileleri fotoğrafladığı, fotoğrafın içine onlardan biri gibi dahil olduğu bir proje.
Hilmi Yavuz “Şiirin Kişisel Tarihi: Teoriler, Tanıklıklar, Anılar” başlıklı bu atölyede kendi kişisel tarihinden ve deneyimlerinden yola çıkarak ‘kişisel’ bir edebiyat tarihi sunacak.
Beşinci dosyayı modern Türkçe edebiyatta politik bilinci deneysel yazınla bir araya getiren ve bir ‘yazınsal-eylemci’ olarak gördüğümüz Latife Tekin’e adıyoruz.
Ev güzeldi, sevimliydi. Çekomastik yamaları dahi güzeldi. Kendi sıcaklığını hissedebildiğin minik bir dört duvardı. Korkmadan bakabileceğin, Çiçekli/perdesiz pencereleri vardı. Seçilmiş dostlara açılırdı kapısı. Adi bir anahtarla girebilirdin Sağlam değildi kilidi. Ne var ki herkes senin kalbinle düşünmüyor işte! Bu tacizlere açık demekti Bir gün kralın kriminalleri gözüne kestirdi evi… İşaretlendi!! Kapıyı yumrukladılar, sonra tekmelediler tüm […]
“Edebiyatçılar olarak bu şenliğe coşkuyla katılıyoruz. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki direnişin yanındayız.”
Bulunduğumuz çağın koşulları içinde pandemi sürecinin yaşattığı güçlü deneyimler kolektif algıda başlayan heyelanı ileriye taşıma fırsatı sunuyor.
Tourmaline adlı bu seri, yabanıl bir manzarada ortaya çıkan gerçek-dışı ve poetik hisse odaklanıyor.
Ulus Baker’e adadığımız dördüncü dosyamız yayında. İyi okumalar.
Tansu Açık, Ulus Baker’in Ankara yıllarını bir dostun tanıklığıyla anlatıyor. Baker’in yakın zamanda yayınlanan son kitabının editörlerine ise sert bir eleştiri getiriyor.
Bilge Demirtaş ve Can Gündüz, Ulus Baker’in ölümünden bir yıl sonra, 2008’de düzenlenmeye başlanan ‘Ulus Baker Buluşmaları’nın ilki kapsamında hazırladıkları sunumları Post. Dergi için yazıya döktü.
Ahmet Gürata, ‘imajlar çağında’ yaşanan dijital, toplumsal ve siyasal dönüşümü dikkate alarak, Ulus Baker’in ‘imajlarla düşünme’ çağrısını güncellemek adına iki şerh öne sürüyor.
Ortak bir mekan kurma, bu mekanda yer alacak özneleri ve nesneleri tanımlama etkinliği olarak sanat, kökensel travma anlatılarından ve ‘şimdi’nin teolojisinden kopartılıp radikal bir politika oluşturabilir mi?
Teorinin yerinde saydığı, pratiğin de seyreldiği bugünlerde bir motto ya da slogan olabilir bu.
Ali Akay, Sovyet sinemasından ‘Yeni Dalga’ ve Alman Ekspresyonizmine, yapısalcılıktan Seza Paker’in ‘Plan 1 ve Plan 2’ adlı çalışmasına uzanan bir hatta montaj düşünceyi inceliyor.
Engin Sustam, Baker’e dair minör ve parçalı bir okumaya girişiyor ve Baker’in sosyolojide minör bir hattı takip eden politik bakışının bugün nasıl tekrar işler hale getirilebileceğini sorguluyor.
Ulus Baker’in duygular sosyolojisi, modern bilincin kurguladığı evrendeki farklılıklar ve benzeşmelerden türeyen “ben” ve “öteki” ayrımlarının ortadan kalktığı, paylaşımsal olan ‘imajların demokratizasyonu’ndadır. İmajlar, yaşanılan dünyanın sınırlarını genişletirler.
Dila Keleş, Ulus Baker’in ‘kanaat toplumları’ kavramından yola çıkarak, kanaat üretmenin, edinmenin ve ifade etmenin imkansızlık sınırına vardığı günümüzde imajların ‘gücünü’ sorguluyor.
Ulus Baker dosyamız kapsamında Baker’in 2002’de ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde sunduğu doktora tezinin de başlığını taşıyan yazısını paylaşıyoruz.
Çalışmanın dördüncüsü edebiyatımızın en deneysel ve avangard yazarlarından biri olan Sevim Burak üzerine. Online olarak yapılacak çalışma, 8 ve 9 Kasım’da 19.00-21.00 arasında gerçekleşecek.
Şiir, çağdaş sanat ve politika, film analizi ve performans sanatı üzerine konuşmaların gerçekleştirileceği ilk atölye programı 2 Kasım Pazartesi başlıyor.
Şair ve sanatçı Ece Eldek’in 16. İstanbul Bienali için ürettiği performansa eşlik eden şiirleri paylaşıyoruz.
Post. olarak dördüncü dosyamızı yayımlıyoruz ve bu dosyayı Ulus Baker’e adıyoruz.
Aslında biz, iki ayna arasına konulmuş nesneyizdir ‘Kalpazanlar’da. İşte size edebiyatta temsil krizi!
Sevim Burak belki de her şeyden çok kendi benliğinin azınlığıdır ve bu azınlığa doğru yürümektedir.
Suat’ın varoluşçulardan ve modernist romanın yabancılaşma yaşayan kahramanlarından izler taşıdığını da söyleyebiliriz.
Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nün on ikincisini, hayatını çoğulcu ve demokratik bir toplum inşasına adayan Osman Kavala ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika genelinde feminist hareketin öncülerinden Mozn Hassan aldı.
Çalışmanın üçüncüsü, yaşayan en büyük yazarlarımızdan Latife Tekin üzerine. 12 Eylül’ün getirdiği politik basınçla yazmaya başladığını söyleyen ve edebiyatımıza yön veren Latife Tekin’i konuşmak üzere 11/12 Eylül’de buluşuyoruz.
İddialı bir sözle başlayalım. Epeydir bir rock yıldızı olarak bilinen Nobelli şarkıcı/şarkı sözü yazarı Bob Dylan son birkaç albümdür kendini Amerikan Edebiyatı kurumunun aslî bir üyesi olarak konumlandıran bir şair artık. Son albümü bu konumlandırmanın en belirgin göstergelerinden biri. Söz konusu konumlanışı nereden anlıyoruz? Elbette şarkılarındaki göndermelerden ve Amerikan kanonunun geçmiş temsilcileriyle giriştiği hesaplaşmadan. Bu […]
Gerçek ve kurgu arasında gezinen bu proje, hayatımızın büyük değişikliklere uğradığı bu belirsizlik döneminde her ne kadar beraber olsak da “tek ve tenha” ışığı arayışımızın hikayesi.
Kimler gelecek diye sordu mi eki soru mu yapardı seni gördüğüm de hep mi bitişik olacakken ayrı Nefreti ölümle yoğunlaştırmak üzerine kaç ölçek ne koyulacak Geriye kalanlardan geriye dönüş yok Geride kalanlar -mı onlar- geriye kalan artıklar mı? Kusarak çoğaltamazsın zamanı Kaç kere söyledim senin sevgin bana yeter diye Kendilerine söylene söylene Gittiler Geride kalanlar […]
Bu eleştirel okuma atölyesi modern Türkçe edebiyatın kurucu figürlerinden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ı hem öncü bir yazar, hem de önemli bir kültürel-siyasi figür olarak değerlendirmeyi deneyecek.
Bedrana’ya sonra başımı yaran kozalak ve şakaklarımdan akan koyu sıvıyla başkaları büyüdükçe ben küçüldüm ben parmak çocuk zehirli ağızlarında hiçbir şey sustu onlar ne de ben bir çağrı duydum mürekkebin dişlerimden sızışından başka ben hiç büyümeyen taşlar ve nasihatlerle beslenen sonra başımı döndürdüm işte küçük serçelerin sırtlarına göğüsleri ellerimde enselerinde dişlerim hiç büyümedim […]
Kafenin bana yazarken sağladığı bir şey olmalı. Ne oluyor da orada huzursuzluğumdan sıyrılıyorum?
İhsan ve Mümtaz’ın “maziye bağlı âti” görüşüne karşın Suat, “maziyi yok sayan âti” düşüncesine bağlıdır. Suat, yeni bir dünya düzeni yaratmak için öncelikle “yeni bir insan” yaratılması gerektiğini iddia eder.
Bu küçük koronavirüs bize insanlığın tek bir organizma olduğunu ve insanlığın ancak diğer canlılarla ilişkili olarak mümkün olduğunu acı bir biçimde gösterdi.
“İkinci Hayat” boğazıma bir yumru bırakıp kaçarak başlamıştı ve aynı şekilde bitiyor. Meğer o yumru zaten hep oradaymış.
Bugünlerde siyah bir Amerikalının polis şiddetiyle öldürülmesinden sonra başta Amerika, bütün dünyada hızla yayılan sokak protestoları, salgının olmadığı bir dönemde yine bu kadar güçlü olur muydu?
Fotoğrafçıların salgın başladığından bu yana kendilerine döndüğünü, özellikle belgesel fotoğrafçı refleksi olan “uzaklara gitme” yerine yakın menzil içinde kalma, kendi tanıklığının, kendi deneyiminin belgeselini üretme eğilimine girdiğini gördük.
Bugün, küresel isyan ihtimali, duvar üzerinde dünyanın başka bir sonunu dile getiriyor. Burada bir vaat yatmakta. Dünyanın başka bir sonunu yaratmak, başka bir role bürünmek, başka bir senaryo yazmak, başka bir umudu beslemek için vakit var.
Listedeki 10 filmin ‘Black Lives Matter’ sloganı eşliğinde sizi de harekete geçirmesi dileğiyle. #GeorgeFloyd
Ağzımız maskeyle kapatılmış (işlevi yanında sembolizmini de es geçmeyelim) ve üretimin iyice dışına itilmişken, birbirimizden korkar halde geçireceğimiz bir ‘resetlenme’ sürecinden ne umabiliriz?
Bu salgın veya kolektif içe dönme süreci sadece adada yaşayan birisini değil, herkesi birer adaya dönüştürdü. Kendi kabuğuna ve kendi kıyılarına çekilen binlerce arşipelago/takımada gibi oldu yeryüzü.
Umudum o ki, Cannes gibi şaşaalı festivallerin ve star sisteminin tozu dumanı dağılınca da sinemanın gerçek Everest’lerini görmeye başlarız.
İki gün sürecek ilk atölye, Oğuz Atay’ın yazı politikasını ve hem Türkçe hem de dünya edebiyatı içindeki yerini çeşitli açılardan ele almayı deneyecek.
William Burroughs! Onun bize anlatmaya çalıştığı virüs dünya artık hepimize görünür oldu. Kontrol ve Gözetim üzerine daha dikkatli düşünmek için bir neden daha.
Kentsel mekanlarda bir araya gelmenin, paylaşmanın ve çatışmanın insanın nasıl “ikinci doğası” olduğunu yeniden idrak ettik, ediyoruz. Şairin lafını bükerek ifade edersek, ‘biz ötekine mecburuz’ diyebiliriz.
Tek dileğim, salgın bitince, yeniden hatırladığımız iyilik ve vicdanın egemenliğinin devam etmesidir. Belediye ve mahallelilerin kurduğu dayanışma ağları buna en güzel örnek.
Her şey biraz sinemalaştı, ekrana taşınmak anlamında. Uzun sürerse, çevrimiçinde yenilikler de ortaya çıkabilir. Doğrudan demokrasiye doğru!
“Hiçbir şeyin garantisi yok” üst metni, evin atmosferinde asılı duruyor. Başta rahatsız oluyordum, “yine mi sen?” diye. Sonra “madem öyle” ruh haline girdim.
İnsanlarla fiziksel temasın olmadığı bir araya gelişlerin mümkünlüğü üzerine düşünmeye çalışıyorum.
Devletimizin süreci olağanüstü iyi yürütmesi nedeniyle gündelik hayatımız etkilenmedi. Twitter’a daha az girdik, eve televizyon aldık. Böylece merkez medya haberlerine inancımız katlanarak arttı.
Sanat faaliyetlerimizin bugünü ve geleceğine dair ilişkisel estetik kuramının öngördüğü formların işlevsizleşmesine ve sanatı nasıl bir preker ortamın beklediğine dair kaygım var.
Anlamlı bir yaşam için, halihazırda ölmüş olmayı kabullenmek, kelleyi koltuğa almak, ölümü düşünmeme ya da ölüm yokmuş gibi yapma çabasından vazgeçmek şart.
Siyaset alanında ekonomik çöküntünün neden olduğu bir değişiklik olacaktır elbette. Ne var ki bu değişikliğin, sırf bu salgının teşvik ettiği bir iyileşmeye paralel olması çok uzak ihtimal.
Bundan sonra kültür-sanat hayatını çok zor bir dönem bekliyor. Artık prekarya meselesini sürekli konuşmak ve çözümler aramak zorundayız.
Doğal felaket olarak yaşadığımız şey, bizi doğadan, birbirimizden ayıran duvarların yıkılmasıdır.
Ev benim için yalnızca yuva değil, duvarlarına yazı yazdığım, hayal kurduğum, başkalarını görebileceğim aynalarla bezediğim gayet geniş bir cephedir.
Tarihi sayılabilecek bir dönemden geçiyoruz. Koronavirüs salgını neredeyse her yere ulaştı ve dünyanın büyük ölçüde durmasına neden oldu. Dünyanın durması bir yanıyla büyüleyici bir şey, bir yanıyla da bazıları için korkutucu. His ne olursa olsun bir olağanüstü zamanı yaşıyoruz. Eski ritimlerin ve düşünme biçimlerinin sarsıldığı ve ‘hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı’ bu olağanüstü zamanın bir […]
Hukuksuzluklara karşı sesini yükselten yazarlara, sanatçılara, akademisyenlere ve gazetecilere yönelik baskılar kabul edilemez.
Eyhan Çelik’in Step İstanbul’a dair haklı sorusunu yayınlıyor ve bu tip çağrıları destekliyoruz.
Edebiyatta olduğu gibi, müzikte ve sinemada da bu yeraltı kapısından girince zihnimizi dolduran sesleri; yani bir reddiyenin, hayatın maddi ve duygusal yükü altında ezilmenin, ilişkilerde yorulmanın, kapalı devre içinde kaçma uğraşının kaotik, ama kaosu içinde güzel seslerini tanıyanlar, Genç Yazarın Notları’nda aynı gezintiye çıkacaktır.
Onur Orhan içtenlikle, yazar olarak kendi öz sesini kısma pahasına, o sesleri, yani, torbacıysa torbacının, katilse katilin, cahilse cahilin, pavyon karısıysa pavyon karısının dilini ayıp mı kaçar diye tereddüt etmeden okura duyuruyor/hatırlatıyor.
Okurken, benimle aynı düşünceleri paylaşan süper yaratıcı bir arkadaşım bana masal anlatıyormuş gibi bir hisse kapıldığım Eco’yu bu küçük yazıyla anmış olmak istedim.
Korkuyordum seslerden. Korkunun sonu olmasa da kendimin sonu vardı işte. Yazgı’nın sonu yoktu. Yazgı’yı bulmalıydım. Ya bulamazsam?
Çoğu kez gözünüzün önünden geçirebileceğiniz bir hayatı yaşamamışsınızdır. Ben de. Kayıt altına alınmamış hangi an varsa, orada vardım. Kayıt altına alınmış hangi an varsa, orada yoktum.
Çağdaş sanat kulak yaptığında onun kiri olduğunu unutur.
Blanche, Stanley ve Stella kadın ve erkek ilişkilerinin tarihselliği açısından süregelen eşitsizliği ve bunun trajedisini sahneliyor. Sınıfsal sömürünün yarattığı ezilmişliğin ve aşırı şiddetin, toplumsal cinsiyet ekseninde kendini nasıl başkaca ürettiğini de gösteriyorlar.
Ateş başında temsil edilen çeşitli gruplar arasında kendine homo-erectusçu diyenler, benler arası kurul toplantısı yapanlar, avcı-toplayıcılar, büyücüler, lanetliler, leoparların izini sürenler, antik yunanı baştan yazalım diyenler, proustyenler, rimbaudcular, yaşamış ruhlarla iletişim kuranlar, adsız romantikler, bohemler vs. vardı. Şimdi size bu renkli sohbetlerden kısa kesitler veriyoruz.
Ne yaparsa yapsın bizimle hiçbir zaman bir araya gelmeyen babam, patlayan bu gürültünün etkisiyle hepimizin başını koruma hissine kapılmış mıdır bilmiyorum. Annem bomba olmak istemiş midir bilmiyorum. Bu bomba bizi bir arada tutacak güçte mi bilmiyorum.
Gerçeklik ile hayal gücü arasında, uyanma anı ile rüya arasında duran sınır bölgelerinde hareket etmeyi tercih ediyorum. Bunlar kişinin kendisinin ifşa olduğu bölgeler, çünkü insan bu bölgelerde çaresizleşir, çıplak kalır ve yalnızlaşır.
Ferrante, oyuncak bebeklerin kız çocuklarını anneliğe hazırlayan başlıca nesne olması durumunu sorguluyor ve bu olguyu metaforlaştırarak, kadınların her birinin temelde sadece anne olmaları/olma gerekliliklerini tartışıyor.
Mevcut toplumsal kriz ve felaketler içerisinde edebiyat, yazı nerede durur? ‘Anlatılamaz derecede’ feci olan şeyleri edebiyat nasıl anlatır? Anlatırsa, hangi yolları izler?
Dünyaya ve etrafında olup bitenlere olduğundan çok kendine öfke duyuyor Rüzgar, kimliğini bölüp parçalıyor ve tam da bu kendine yönelen şiddeti neredeyse “yöntemsel” bir imkan haline getirerek bir zamanlar peşinden gittiği “büyük anlatıları” çözüp ufalıyor.
Demet Kurtoğlu Taşdelen ile felsefenin metne dayalı bir düşünce pratiği olmaktan çıkarıldığı, felsefi kavramların beden hareketleri üzerinden sorgulandığı ve dönüştürüldüğü bir araştırma alanı olan ‘performatif felsefe’ üzerine konuştuk.
Gerçek anlamda ihtiyacımız olan hekim nasıl bir şeydir? Ve mevcut kapitalizm gerçek hekimlerin yerine ne koyar?
Zafer Aracagök’ün Kavramsız Negativite’si kapısı olmayan bir kitap, ki kavramsız olmak biraz da bu demek. Kavram, kapı düşüncesiyle bağlıdır. Sınır çizer, tuğla çeker, duvar örer. Kavramı kullanan (kendi özneliğinin de ispatıdır bu) kapının efendisidir.
30 Mayıs Çarşamba saat 17:00’da Sanatın Gölgesindeki Kadınlar kitabını hazırlayan Özlem Belkıs ve Duygu Kankaytsın sanat ve edebityat tarihinde “gölgede” kalmış kadınları konuşacaklar.
havada helikopter sesi var kulaklarımda o sağır çınlama öt be artık öt diyorum senden güzel ötüş yok dünyada karanlık göklerden alçalmış da bir gök alnıma tünemiş gak demez dese bir gak silkinecek şu söz düşecek peynir ağlama yavrum ağlamazsan bu masalı doğrultur da yürütürüm kamburuma alırım sokaklardan aşırırım işte terli horoz işte evrenin cücesi işte […]
Silahı alnımın tam ortasına dayadığında flashbackler yaşadım. Korktum ama bağırmadım. Bembeyaz olan asık suratını inceledim. Birazdan dağılan kan onun da yüzünü mahvedecekti. Ona üzüldüm.
Mevcut üstünlük ve ayrıcalıkların korunması için alt ve orta sınıfların tahrif edilmesi, birer sınıf olmaktan çıkarılması gerekir. Toplumun toplum olmaktan çıkarılışıdır aslında bu, hiçbir şeyin değişmemesi için her şeyin değiştirilmesi/tahrif edilmesidir.
Vahe Sahakyan’ın diasporaya yeni bir bakış getirdiği yazısını Cafer Sarıkaya’nın çevirisiyle sunuyoruz.
Bilge karasu okumak, bir ağrı hissetmeyi ama o ağrıyan yerini bir türlü bulamamayı hissettiriyor. Zihinde dolaşan parmakları kederin yakınında gezdirip “burası da değil” demek gibi.
Belma Fırat, ataerkinin dile sızan, erkek egemenliğini perçinleyerek kadının ikincilliğini oluşturan belli başlı kelimelerini öykülerine içleyerek çiğneyip, kendi öykü karakterlerine de arada yaptırmayı sevdiği gibi kusuyor.
Tekrar ve fark, döngüsel olarak anlatımın niteliğini oluşturur ve bu döngüsellik Bernhard’ın yazısında bir imzaya, taklit edilemez bir takıntı olarak “edebiyat edimi”ne dönüşür.
Yeni Medya Sanatına sert bir eleştiri: “Belki de bir imge etiğine ihtiyacımız vardır.”
Sait Faik’in “Dolapdere” öyküsü kelimeleri sökülerek farklı bir zamanda aynı sokaklarda yaşanmış bir öykü olan “Nispet No:8″e dönüştürülmüştür. Dışarıdan eklenen kelimeler sarı renkle işaretlenmiştir. Bu bir şiir değil, deneme olarak ‘şiirimsi’dir.
8 Mart için bir kadın şiiri. Kadınların özgürleştiği bir dünya isteğiyle.
Post. ve Encore işbirliğiyle düzenlenen “Yazı Araştırmaları” konuşma dizisi 10 Mart 2018, Cumartesi günü Latife Tekin ile başlıyor.
Bugün sadece Türkiye’de değil bütün dünyada boğucu derecede baskın hale gelmiş mikro-faşizmden düşünceyi “oluş”a, dili tekilliğe, insanı n-1’e açmakla kurtulabilir miyiz?… Hayvanlarla karşılıklı hipnoz ilişkisi içinde olduğumuz uyurgezer bir dünya hayal ediyorum.
Bu sergide, Eşref Yıldırım’ın önceki sergilerinde o kadar da belirgin olmayan bir ütopik ihtimal ya da kurtuluş ihtimali daha var. Bu ihtimal de “yenilgi günlüğü”nü bir “kutsal yenilgi”ye dönüştürüyor.
Hoca mealen şöyle söylüyor, İbn Haldun dersini kapatırken: İbn Haldun, eğer mesele tutarlılık ve yöntemse, Tocqueville’den, Marx’tan daha sosyologdur.
Kasa Galeri’de “Bir İhtimal Daha Var: Açık Mekan ve Sanatçı Kolektifleri Üzerine” başlığı altında düzenlenen konuşma ve tartışmalara dair şahsi bir değerlendirme ve “eksik” kalan yönlere dair birkaç tespit.
Elif Yıldız’la 14 Kasım-14 Aralık tarihleri arasında gerçekleşen Sert Zeminde İdman adlı sergisini ve bu serginin işaret ettiği estetik ve politik ihtimalleri konuştuk.
Godard ve Ben filmindeki temel sorun, sinemayla politikayı birbiriyle kavga halinde iki pratik gibi ele alması ve toplumsal dönüşüm talebininin “naif” olduğunu ima ederek izleyiciyi mevcut koşullara razı gelmeye çağırmasıdır.
Mekana ayak basar basmaz, sanki kriz geçiren bir kalbin eko kardiyografisi ile karşılaşırız. Bütün espası yırtma arzusunu belirgin kılan bu biçimsel aritmik hal, bir imge krizi görünümü yaratır. Başka yüzeylerdeki büyük boşluklar ise bu krizi besler.
Nazlı Karabıyıkoğlu, araçsallaşmış aklın bizi betona, kapitalizmin takırtılarla işleyen çarkına, dijital cennetlere zincirlediği modern zamanların içinden eğri büğrü yollar açmaya çalışıyor. Kazanlar kaynatıyor; kurban kanları akıtıyor; ruhunu, büyüsünü, bütünlüğünü yitirmiş bir dünyaya, doğaya ve doğasına yabancılaşmış insana orman kokulu nefesler üflüyor.
Haluk’un da kişisel bir yerden aktardığı Zen, fotoğraf ve edebiyat yolculuğu, kendi yolculuğumu tekrar gözden geçirmemi ve yolumla tekrar yüzleşmemi sağlayacak kadar derin ve anlamlıydı.
Masamın üzerindeki kalemtıraşa ve artıklarına sanat nesnesi gözüyle bakmamam ya da bunları şekilde sunmamam için tarihsel alışkanlıklar ya da dogmatik meseleler dışında sanatsal ya da felsefi hiçbir neden yoktur. Bir şeylerin özü olduğuna inanan antik insanlardan değilseniz, sanat nesnesinin zaten bir iletişim ağı içindeki geçici bir düğüm olduğunu bilmesiniz de seziyorsunuzdur.
Bangladeşli fotoğrafçı Munem Wasif’in Meksikalı fotoğrafçı Graciela Iturbide ile yaptığı ‘enternasyonel’ röportajı Nalan Kurunç’un çevirisiyle yayınlıyoruz.
Mizah, her zaman, kutsala başkaldırı olarak anlamlıdır.
Artist 2017, sermaye tahakkümüne direnen, üretimini daha geniş ölçekte paylaşmak ve bağımsız bir şekilde sunmak isteyen sanatçıların “merkezden” uzak temsil biçimleriyle çoğullaşan bir etkinlik olma gayesi taşıyor.
Allen Ginsberg’ü diğer beatniklerden ayıran en önemli şey herhalde Amerikan ideolojisini radikal bir biçimde reddetmesi ve zıt kutba, komünizme her zaman yakın durmasıdır… Beat kuşağı yazarları içinde Küba’ya ve Çin’e giden, Amerika’nın baş düşmanlarını ziyaret ve tecrübe eden tek kişi de oydu.
Nuri Battal resimlerinde şeyler sanat ile felsefe arasında bir yerde durmaktadır. Herhangi bir şeyin imgesi ile kavramı aynı anda alımlandığında bütün şeyler dile gelir. Bu resimlerde dil, etin kırbacıdır; yazıyı şaklatan tendir.
Turgut’un tarihten, dilden, kendilikten şüphe etmesi, Manzaranın Keşfi ve İçselliğin Keşfi’yle olduğu kadar, Ölümün Keşfi sayesinde de gerçekleşmiştir.
Eğer sizin için hazırladığım soruya “evet” cevabı veriyorsanız, tebrikler! Gül gibi Montano hastalığınız var.
Encore Yayınları’nın Lacan Seminerleri’nin ilki olan “Lacan’a Giriş” 18 Ekim’de başlıyor. Semineri Nami Başer yürütecek.
Foucault 1975 yılında Kaliforniya’daki Ölüm Vadisi’nde bir LSD deneyine katılmış ve bu deney hayatını ve düşünme biçimini tamamen değiştirmişti: “1975’teki bu tecrübeden sonra o artık yeni Foucault, neo-Foucault oldu…”
KHK ile ihraç edilen akademisyenlerden Gökhan Yavuz Demir’le PAZ macerasını ve KHK’larla yönetilen halimizi konuştuk. PAZ’ın ‘yayınlanamayan’ dördüncü sayısını da Post. olarak yayınlıyoruz.
Yazı bize kaybettiklerimizi geri vermez ama kaybettiklerimizle, bizimle aynı şeyi yitirmiş insanlarla arayışa çıkmamıza yardımcı olur.
Düşünün Stubbs, sırf içki içilmesin diye üniversite şenliklerinin yasaklandığı şu günlerde, çok şarap içip duvarlara “Normal insan kurgudur!” yazmaktan haddinden fazla keyif alıyoruz… Şunu söylemeliyim Stubbs, kaleme aldığınız metinde “teorik şişkinlik” ifadesiyle bahsettiğiniz “French Theory,” coğrafyam adına büyük bir umut teşkil ediyor.
Kültürel etkinlikler şehir suçlarını gizlemek için nasıl kullanılır? Ve bunlara katılan yazar ve sanatçılar aslında neye destek vermiş olurlar?
“Muhalefet Defteri,” yayın hayatına son veren mizah dergileri sebebiyle kötümser olduğumuz bir dönemde, bize çok geniş bir mizah tarih ve birikimimiz olduğunu hatırlatıyor.
‘Kızıl Damga’ bir ergen gibi, bir ergen kadar eşiktedir.
Türkiye çağdaş sanatında ‘benzer işler’in sayısında görülen artış üzerine, kapsamlı bir şekilde düşünen bir yazı. Çıkış noktası, malum Mamut vakası.
Sıkıntı, uyumsuz, kaygı ve ölüm gibi izleklerin egemen olduğu “Tragedyalar,” esas itibariyle olamamanın tragedyasıdır. Egemen söylem/tanrılar ile hiçlik arasındaki gerilimde kahramanlar, ne söyleme yönelik uymacı bir tavır takınabilirler ne de kendi varoluşlarını anlamlı bir biçimde tanımlayabilirler.
Soykırım felaketinden bahsedildiğinde adaletsizlik, herhangi bir adaletsizlik sorunu değildir. Ağır ve süreğen bir ödevdir hafıza ödevi. “Unutkan Ayna” bizi o tarih eşiğine götürmekte, orada aynanın derinlikleriyle karşı karşıya bırakmaktadır.
Ana muhalefet partisinin lideri Kemal Kılıçdaroğlu Ankara’dan İstanbul’a kadar yürüdü. Politik mücadeleyi (anarşist, tehlikeli, yasadışı gibi nahoş anlamlar yüklenen) sokağa taşıdı… Adalet arayışını ve onu talep eden kalabalıkları görünür kıldı. Bu yürüyüş hükümeti ve kamuoyunu olduğu kadar (umuyorum) doğal olarak yürüyüşü başlatan ve sonuna kadar götüren Kılıçdaroğlu’nu da değiştirmiştir.
İnsan yürüyorsa yaşıyordur, umudu da vardır.
Özneyi kaldırıp yüklemi üçüncü tekil/çoğul kişi yapmamızı baskılayan otorite. Her türlü otoriteyi reddediyorum. Ben deneyimden yanayım. Ben demeyi seviyorum. Empati ile ancak vızıldayabiliriz. Ben derken bağırırız. Ben bağırmaktan yanayım.
Laibach’ın Kuzey Kore konserinin hikayesini anlatan Kurtuluş Günü / Liberation Day dünyanın haline, otorite ve propagandaya dair çok şey anlatıyor: “Laibach, çağımızın en önemli postmodern event’lerinden birini gerçekleştiriyor… neoliberal atmosferden çıkıp Kuzey Kore sahnesinde belirmeleri, dünyanın geri kalanından tamamen farklı bir gerçekliği yaşayan bu ülkenin durumunu değil de, kendi halimizi düşünmeye itiyor bizleri.”
Zamanı dondurmak, köşeleri ve açıları mutlaklaştırmak iştahıyla esriyen burjuva aklı ve ahlakı yumurtayı salt besine indirgemekle kendini teskin edemediğinden, onu yenmeyecek kadar da kıymetsizleştirmiştir. Yani yumurtaya yaptığı şeyi işçi sınıfına, emeğe ve çalışmaya dönük korkusuyla baş etme protezi olarak da görmek gerekir.
Atay’ın Tutunamayanlar’ı içselliğin/manzaranın/’ben’in kendisinin de bir tür siyaset olduğunun açık edilişidir.
Filmde, kendini döneminin etkili ve güçlü muhalif düşüncelerinden ayrıştırmak, bu ayrışma içerisinde kendi düşüncelerini ve dahi düşünme biçimini de inşa etmek çabasında olan insan Marx’ı görüyoruz. August Diehl, işin üstesinden gelmiş; bilinen biyografik malzemeden kritik noktaları vurgulayarak komünist düşünürün doğuşunu filme dönüştürmüş.
41 Gün önce annem öldü. Domuz Hüseyin hiçbir an annemin yasını tutmama izin vermedi. Hüseyin, süslü pavyonun sahibi. Annemin tecavüzcüsü, benim babamdı. Bunu hiç bilmedim. Neyse. Annem son nefesine kadar masalarda oturmaya, adamların ağız kenarından göğüs kıllarına doğru akan rakı damlalarını yalamaya devam etti. Çocukken neden burada yer aldığımızı, babamın bizi hiç sevmediğini ve diğer […]
Bütün kitap bu içinde yaşadığımız, karanlığı giderek koyulaşan dünya ve Türkiye cehennemini anlatıyor. “Ölümsüz”ü tersten okumak gerek o yüzden, Cehennem’de ölümsüzleşen, çoktan öldüğü için ölemeyen, sonsuza kadar cehennemde kalacak ölülerdir söz konusu ettiğim kitapta, yaşam değil. Bu açıdan bir otopsi raporu gibi okunabilir.
Edebiyatçılar açlık grevlerinin 65. gününde olan akademisyen Nuriye Gülmen ile öğretmen Semih Özakça için yetkilileri acilen göreve çağırdı.
Tarih ve toplumun yarattığı düzen şiire düşmandır. Şiirin savaşımı dille olduğu kadar, o dilin ete kemiğe büründüğü, Ece Ayhan’ın deyişiyle, “kötülük topluluğu”yladır da. Bu anlamda şiir aslında “kötülük topluluğu”na karşı bir iyilik aşısıdır.
“Kan ve Gül,” Alper Canıgüz’ün diğer romanlarına göre çok daha politik bir roman; belki nihilizmi ve karanlığı da oradan geliyordur.
Tunca Çaylant, geçtiğimiz aylarda Çevrimdışı İstanbul Uluslararası Şiir Festivali için İstanbul’a gelen İsveçli şair Anna Axfors ile şiire ve yazıya bakışı, İsveç edebiyatı ve Türkçe şiire dair fikirleri hakkında söyleşti.
İyi haber: KHK ihraç edilen yazar Pelin Buzluk, 63’üncü Sait Faik Hikaye Armağanı’nın sahibi oldu.
“Tutunamayanlar,” herhangi bir zemin kurulduğu andan itibaren bir altüst oluşla onu meşruiyetsiz kılan, çoklu seslerin, ötekinin, dışarlıklı olanın, merkez-dışı olanın, tutunamayanın, meczup oluşun romanıdır. Tutunmak bir ‘köken’ edinmektir. Oysa ‘köken’ yoktur.
Yazarlarımızdan Fahri Öz, Ege Üniversitesi’nde 10-12 Mayıs’ta tarihlerinde gerçekleşecek ’16. Kültürel Çalışmalar Sempozyumu’nun programından çıkarıldı. KHK ile ihraç edilen akademisyenlere uygulanan baskıları şiddetle kınıyoruz.
Vitrinlerdeki jestüel aktivitelerin Brecht-Benjamin-Kafka çizgisinden ayrıldıkları nokta bastırılanın içeriğidir. Serginin isminde vurgulandığı gibi, yapıtlara göre, bastırılan şey, tarihin ezilenleri değil “anlamsızlık” mefhumudur.
KHK ile görevinden ihraç edilen yazar Pelin Buzluk için bir yazar arkadaşından savunma ve destek metni.
Mamut’ta son yaşanan intihal vakası, son zamanlarda sıkça karşılaşılan ‘benzer işler’ sorununu tekrar gündeme getirdi: ‘benzer işler’de görülen artışın nedeni ne olabilir?
Bu coğrafyadaki sosyal ve tarihsel gerilimlerin izdüşümlerine buranın kültürüyle yoğrulmuş bir figür üzerinden yaklaşmak, bu gerilimleri anlamamız açısından daha efektif sonuçlar üretebilirdi. Böyle bir tercih, aynı zamanda, bizi daha reel bir şekilde yüz yüze bakmaya itebilir, failliğin toplumsal bünyeye sinmiş varlığını görmemizi kısmen de olsa sağlayabilirdi.
Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü’ne Sine Ergün layık görüldü.
Post’un yeni dosyası ‘hayır’ yayında: “Bu referandumla teklif edilen ‘anayasa’nın daimi bir OHAL anayasası olduğunu söyleyenler haklı: biz bir OHAL ülkesinde yaşamak istemiyoruz.”
BABA aile efradını banyoya tıktı ve içerideki anahtarı kendisine vermemizi istiyor! Hayır! Böyle Baba’nın olmadığı dağ havası lazım bize, temiz demokrasi havası.
İktidar blokunun söylemlerinde Hayır demenin suça dönüştürülmüş olması, üstelik sadece söylemde değil fiilen de Hayır’ın suç olarak muamele görmesi, gözaltılar, tutuklamalar, Hayır’ın terörle eşitlenmesi, iç savaş tehditleri, yeni Anayasa’nın bir teklif değil dayatma olduğunu apaçık gösteriyor.
…kadınların kahkahalarını soldurduğunuz için, inşaat iskelelerinden düşerek ölen üniversite öğrencileri, madenlerde ölüme bırakılan işçiler için, zehirlediğiniz havamız, suyumuz için, ateşin, suyun ve toprağın hakkı için, bütün kurbanlar için HAYIR.
Popülist söylemlerin ve bir mit üzerine kurulu, her yönüyle ataerkil ve yıkıcı milliyetçiliğin bütünüyle retorik aracılığıyla işleyen masalına inanıyormuş gibi yapıp ‘evet’ mi diyeceğiz, yoksa hakikat ile ilişki içinde kalma arzumuza bağlı kalarak ‘hayır’da ısrarcı mı olacağız?
Neşemiz ve kahkahalarımız birer ihlaldir, ‘hayır’dır.
HAYIR, bir bozuk düzeni kesintiye uğratacak olan diyalektik düşüncenin argümanlarından da biridir. Hayatımızın, ana damarlarından biri, “hayır”dır.
Bu dosyaya özel, ‘hayır’ hissini kuvvetlendirecek bir ‘şarkı listesi’ – kulaklarımız ve algılarımız açılsın diye.
Artık bir araya gelişimizi hiçbir dünyevi veya kozmik güç durduramaz, gerçeği biliyoruz, “hayır” gerçeği kimse bizden alamaz. Korkularımız geride kaldı, düşündüklerimiz neyse yaşamımız da öyle olacak.
Hâyır, “hâyır”dın. Sözgelimi
çirkin evetlere pankartlar hazırladın.
geç kalınmış tepkiler/burası
dağınık öfke
“Sevmek Güzel Meslek” isimli sergi 7 Nisan-30 Temmuz 2017 tarihleri arasında CerModern’de ziyaret edilebilecek.
Paterson’da anlatılan şairin küçük bir saksıda yaşadığını görürüz. Hayat serüveninde mücadelesini bu şekilde verir. Hem yerdedir hem de olduğu yerde değildir… Yayınlanma telaşı yoktur, yazma telaşı yoktur. Vakur bir gecelikle dolanır, ıssız bir havada olur olmadık bir yerde, bir anda defterini çıkararak üzerine eğilerek kazısını yapar.
Mevsim Yas, gözden ve gönülden ırak hikayeleri görünür kılmaya, devletin resmi yalanlarının ve apoletli medyanın bir türlü yok edemediği hakikati gün ışığına çıkarmaya çalışıyor. “İnsanın iktidara karşı savaşı, hafızanın unutmaya karşı savaşıdır” diyen Milan Kundera’yı selamlayan değerli bir çabaya imza atıyor.
Yeryüzünde en çok kitap okuyan bilirkişiler ve savcılar, Türkiyeli olanlardır. Onları takdir ediyor ve mantıklarına güveniyorum. En sevdikleri kitaplara, özellikle de uyumsuz, aykırı tipler üreten, bu tiplerin dünyasını, derinliğini vaaz eden kitaplara en ağır cezaları önerenler onlardır.
Kadının kendini sağaltmasının yolu, akla kadınsı bir alternatif geliştirmek ya da aklın kadınsılaştırılması değildir. Kadın, kendisine dayatılanlarla eril hafıza oluşturmayarak, oluşturulmasına âlet olmayarak ve o geniş vahayı, dişil alanı terk etmeyerek sağaltabilir kendini.
Süreyya, kadınlık hallerini tekdüzeliğe, tek bir hale indirgeyip onları sıkıştırdıkça sıkıştıran ataerkinin dayatmalarına karşılık kadınlığın üretken ve çok sesli hallerini vurgular. Başkaldırarak kendi olma macerasına atılan, acıyan, kanayan ama yine de kendi olmak için verdiği mücadele sonucu kendi olabildiği için kendi ile el sıkışan bir kadındır o.
Bu topraklarda gelişecek olan bir Sitüasyonist hareketin başarısı (böyle bir hareket olacaksa şayet) şu belirsizlik hissine, sömürgeciliğe ve faşizme yüzünü dönüp dönmemesine, kapitalist gündelik hayata getirdiği sert eleştirilere ve bu kıyameti, bu tahammül edilemez olanı duyulur kılıp kılmadığına bağlı olacaktır.
Maryam Şahinyan’ın ve çektiği portrelerin hikayesini anlatan bu görsel tarih çalışması bir ‘öteki-tarih’ kitabı olarak da görülebilir. Tavsiyemizdir.
Sovyet ütopyası kadınların ev işçiliğini üstlenmemesinin devrimci niteliğinin bilincinde olarak yeni, devrimci bir yaşam tarzı yaşatmaya çalışmıştı. Yaratıcı ve paylaşımcı bir eylem olarak yemek yapmanın eğlenceli bir şey olduğunu teslim ederek, bir kez daha tekrarlayalım: Kahrolsun Ev İşçiliği, Çocuk Bakımı ve Mutfak Köleliği!
Halen Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Selahattin Demirtaş yeni bir öykü yazdı. Haksız tutukluluğunun sona ermesini dileyerek, yayınlıyoruz.
Latife Tekin 9 Mart’ta Mimar Sinan’da Odak Yazar Söyleşileri’nin konuğu olacak.
Geleneksel solun politik krizini izleyen entelektüel kriz, bizi, temsile dayalı olmayan bir demokrasi düşüncesinin kaynaklarına kadar sürüklüyor ve işte tam orada karşımıza zamanını aşan bir aşırılık, bir anomali olarak Spinoza çıkıyor.
Saroyan bu öykü kitabında Aram adlı bir çocuğun gözünden kendi hayat hikayesini anlatıyor: “Bir yandan da ‘eski memleket’in, Anadolu’nun, daha çocuk yaşta kimliğine damga vuran türlü öğelerini anımsıyor, bir yandan da fakir bir Ermeni çocuğun Amerika’da hayata nasıl tutunabildiğine de ayna tutuyor.”
Oyun kavramı bir amaç, düzen, kural ve nihayeti imliyor, şiirlerimde bu söz konusu değil. Sadece oyunla gerçek arasındaki alegoriye benzer bir ilgi kurulabilir şiirlerim ve gerçeklik arasında. Oyundan ziyade “oynatma” ve “yerinden oynatma” bana daha yakın gibi. Özellikle dilin yeniden üretici karakterini düşündüğümde.
Plath’in şiirlerinde fazlasıyla incitilmiş kadın kimliği kendini gösterirken, Marmara’da daha “androjen” bir kimlik var. Hatta Plath’in istisnasız her şiirinin öznesi olan “Ben”in, Marmara’nın bazı şiirlerinde “Biz”e, o ve onun gibi olan, hayatın karşısında anlaşılamayan, giderek yıpranan cinsiyetsiz bir kitleye dönüştüğünü görebiliyoruz. “Gizemtaşıyıcı” ismini veriyor bu kişilere Marmara.
“Atomların hareketleri bu kadar çeşitlilik gösterdiğine göre bu şekilde bir araya gelen parçacıkların ileride tekrar aynı şekilde bir araya gelip başka bir Montaigne’i var etmeleri ihtimal dışı değildir.”
Yaşasaydı “En Önemli 100 Çeviri” listesinde kendi eserinin adını görmekten muhtemelen büyük bir esef duyacak Adorno’nun söz konusu listede bulunması ya da ‘bulunabilmesi’ bile bize ‘bir şey’ anlatmamalı mı? En azından Adorno okurken okuduğumuzu anlayıp anlamadığımızı, farkında olmadan tam da Adorno’nun eleştirisini yaptığı konuma/konumsuzluğa kendimizi düşürüp düşürmediğimizi sorgulatmamalı mı?
İkinci dosyayı ‘hayır’ kavramına adıyoruz.
Anayasa değişikliğine ilişkin “Hayır” yönünde kanaat bildiren yazarların medya kuruluşları tarafından sansüre uğramasına da Hayır!
Gerçek ağır kokar. Koku, en etkili hatırlatıcıdır, onu belleğiniz dışında hiç bir yere kaydedemezsiniz. Artık susmakla, gizlemekle, kamufle etmekle hakikatlerden kurtulamayız.
Sosyal alandaki gerilimlerin hat safhada cereyan ettiği şu dönemde, devletin görmezden geldiği göçebelere kulak vermek önemli bir politik eylemdir. Bizler, “Pencere Tipleri” buradayız!
Bugün Bertolt Brecht’in doğum günü. Tarihi başka bir yerden gören bu muazzam şiirle analım.
Çev-Bir 7 Şubat’ta yayınlanan son KHK ile üniversiteden ihraç edilen üyeleri ile dayanışma halinde olduğunu belirten bir mesaj yayınladı. Düşünce özgürlüğünü hedef alan KHK’lar karşısında dayanışma çağrısı yapan meslek örgütlerinin çoğalması dileğiyle.
Son yayınlanan KHK ile yazarlarımızdan Jale Özata Dirlikyapan, Fahri Öz ve Devrim Kılıçer’in de üniversiteden ‘ihraç edildiğini’ öğrendik. Yazarlarımızın ve diğer bütün akademisyenlerin yanındayız. KHK’lara hayır, akademiye özgürlük!
Emek Bizim İstanbul Bizim inisiyatifinden Zeyno Pekünlü ve Enis Köstepen’le “Özgürleşen Seyirci: Emek Sineması Mücadelesi” belgeselini ve daha genel anlamda kent hareketleri, kamusallık ve kolektif sinema konularını konuştuk.
Bavul Dergisi’nin ‘Açıklama ve Özür’ metninde ifade edildiği gibi faturanın “gerekli görev değişiklikleri yapıldı ve ancak bunu yeterli görmedik piyasadaki 35 bin dergiyi geri çektik” denilerek basılı kağıda ve sanırım ‘genç ve deneyimsiz’ ekipten birilerine kesilmesine ses çıkarmamak elde mi sizce? Bir yayının genel yayın yönetmeni ne işe yarar?
Roger Ballen’ın çalışmaları tam da ikiliklerin ötesinde, yüzleşmekten ve tanımaktan kaçındığımız, gölgede bıraktığımız alanlarla ilgili.
Schnitzler’in başlattığı “dans halkası” ve döngü günümüze kadar ulaştı ve bugün artık Türkiye tiyatrosunda da yerini buldu. David Hare’in metnini esas alan bir uyarlama olan Blu, Toy İstanbul bünyesinde Meltem Cumbul rejisi ile bugünlerde sahneleniyor.
Güneş Terkol’un işlerinde hafiflik ve ağırlık, rüzgâr ve yerçekimi bir arada işliyor, denebilir. Bir yandan uçuşan tüllerle yaratılan hafif bir his, bir yandan da o tüllerin uçuşmasını durduran ‘ağır içerik’ Terkol’un işlerine benzersiz ve adlandırılması zor bir gerilim kazandırıyor.
Rania Stephan, Soad Hosni’nin oynadığı karakterlerin kimlikleri üzerinden bir aktris için gerçek olabileceğini düşüneceğimiz bir kurgu yaratıyor. Bu kurguyla bugünün sanal gerçek/sinematografik dünyasında bir sanatçının ölümünün birçok yeniden doğuşları mümkün kıldığını gösteriyor, sanatçı ölmek istese dahi.
Tanpınar’la ilgili çeşitli kaynakları bir araya getiren Tanpınar Merkezi adlı site yayına başladı.
“Ne kadar çaban varsa umut hakkın da o kadardır. Çaba derken elbette vasıflı bir emekten söz ediyorum. Ötesi, umudun değil, başka kavramların alanına giriyor.”
Dili bir cehennem, bir hapishane oluştan kurtarma çabasıdır çalışmaları. Dille yaratılmış her şeye yaklaşma çabası, yakından okuma gayreti aslında özgürlüğü dil dolayımıyla keşfetme, onu ele geçirme çabasıdır.
Barışı, eşitler arası ilişki kurma olasılığını, umudu ve yaşama tutunmayı, aynı yaşamdan anlamlı bir ömür yaratma sorumluluğunu akla getiriyor Necmiye Alpay. Diğer pek çok değerli katkısının yanı sıra iyi ki çeviri de yapmış, demek lazım o halde.
Fetvacı anlayış, dile yaptığı gibi Necmiye Alpay’ı da dört ay boyunca hapsetti. Ama biz bu hapsedişin arkasındaki zayıflığı, yetersizliği gördük.
Necmiye Alpay: “Kültürleri ve siyasal dönemleri/oluşumları aşan bir özerklik/özgürlük alanı olarak sanat alanının savunusunu yapmaya çalışıyorum. Bu tür savunulara, eskiden sanıldığından daha sık ve daha çok gerek olacağı duygusuyla.”
Necmiye Alpay barış insanı kimliğiyle sadece halklar arasındaki barış için çaba göstermez, aynı zamanda anadilleri için de barışı hayal eder.
Bu okuyacağınız Post’un ilk dosyası ve dosyalara bir ‘giriş’ yazısı yazmak adettendir, o adeti yerine getirelim. Önce ‘dosya’ denilen şeyin kendisine dair bir heyecandan bahsedelim: Post olarak bu ‘dosyacılık’ işi sürekli ertelediğimiz bir şeydi ama bir yandan da yoğunlaşmak ve yoğun metinler üretmek için çok iyi bir vesile olduğunu biliyorduk. Ve bütün ertelemelerden sonra nihayet […]
İlk dosyamızı Necmiye Alpay’a adadık.
Dosya Çarşamba günü yayında olacak.
Herkese bin selam.
Deleuze’ün kavramsallaştırdığı yüz, Bacon’da “kelle” haline gelir. Kendi içine kapanamaz, bütünlüğü asla ele geçirilemez. Ancak hep gelmekte olan bir bütünlükten ya da hiçbir kimliğe bürünmeyen surattan söz edilebilir.
Bauman’ın düşünce tarihindeki özel yerini açıklayan bir veda: “Bauman bir kriz düşünürüdür. Doğumundan itibaren tanıklık ettiği uygar dünyanın krizine bir karşılık vermeye çalışır.”
Leonidas Donskis, Zygmunt Bauman’ı anlatıyor: “Bauman’ın tarihini dünyanın büyükleri değil küçük insanları oluşturur. Büyük düşünürlerin değil, küçük insanın kenarlara atılmasının tarihidir bu. Bauman kesinlikle modernitenin kahramanlarına değil kaybedenlerine sempati besler.”
Hedonutopia tek kişiyken dahi bir kabile olabilmemizi sağlayan bir duygulanım politikasını icra ettiği albümde içimizdeki kabileye dans edebileceği bir yurt bahşediyor.
Cihangir Akademi 21 Ocak- 11 Şubat tarihleri arasında, dört hafta sürecek bir Oğuz Atay okuması atölyesi düzenliyor.
Hoşçakal Bauman… Tutkuyla yazdıkların için tutkulu bir teşekkür.
Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler’inde ve Hermann Hesse’in Siddhartha‘sında ortak olan ‘tecrübe temelli’ öğretinin, TBMM’de görüşülen yeni anayasa teklifi esnasında Meclis TV’nin ‘şey’leri, o an tecrübe edileni göstermemekte diretmesi ancak bir vekilin ‘kapalı oylama’ esnasında elindeki ‘hayır’ pusulasını objektiflere göstermeye çalışmasından doğan çelişkiyi açıklayacağı kanaatindeyim.
KHK’yla ihraç edilen DTCF öğretim üyesi Süreyya Karacabey Sokak Akademisi’nde ders veriyor: “Epik Müdahale” başlıklı ders, 15 Ocak PAZAR günü saat 15.00’da Dikmen Ahmed Arif Parkı’nda.
Wassily Kandinsky’nin dadacıları ve Rus Fütüristleri etkilediği söylenen şiirleri, Kandinsky’nin çizimleri eşliğinde. Bu ‘tuhaf’ metinler Post olarak tavsiyemizdir.
Türkiye’den ayrılmak zorunda bırakılan aydın, yazar, akademisyen, sendikacı ve siyasetçiler, ‘Savaşa ve Diktatörlüğe Karşı Barış İçin Avrupa Forumu’nu kurdu. Forum kuruluşunu yayımladığı bir deklarasyonla ilan etti. Deklarasyonda “Bizler; özgür ve adaletli bir yaşam istediği için yerinden edilenleriz” denildi ve mücadele çağrısı yapıldı.
Kadının bu denli çocuksulaştırılması, mantık-dışı, zayıf ve duygusal kadın anlatısı, politik referanslarla dolu bir filmde politik açıdan tamamen yanlış duruyor. Sinemanın kurucu bir söylem alanı olduğunu kuşkusuz benden iyi bilen yönetmen, hiç değilse filmini çektiği toplumun kadın mücadelesine bakarak karakter geliştirse daha isabetli olurmuş.
Üniversitelerde KHK’larla başlayan ihraçlara karşı çeşitli kentlerde kurulan Dayanışma Akademileri’ne Ankara da ekleniyor. Ankara’da da Dayanışma Akademisi kuruluyor.
Derrida için ancak “armağana/bağışlamaya musallat olan egemenliği ya da egemenlik arzusunu” aşan bir bağışlama, bağışlama adını hak edebilir… Oysa Necip Fazıl’ın merhameti hep bir sınıra takılır; yasaya, Tanrı’ya, kimliğe, hiyerarşiye.
İnternet üzerinden yayın yapan Adorno Studies dergisinin en iyi yönü şu: bütün yazılar indirilip okunabiliyor. Kültür endüstrisine karşı yapılan bu hareketi takdir ediyoruz.
Post. çeviri hizmetleri sunar: Brecht ve ‘Ninniler’i.
Andrew Gibson, James Joyce’a yakıştırdığı “radikalliği” eleştirisine yansıtıyor. Geleneği reddediyor ve “uluslararası modernizm” giysisini çöpe atıyor.
Post olarak geçen yıl en iyi kapaklarını seçmiştik. Bu yıl bunu yapan başka yayınlar da oldu, bu hassasiyetin gelişmesine katkıda bulunduğumuz için mutluyuz ve bu sene de en sevdiğimiz kapakları listeliyoruz. Tasarımcılara selam.
Rus edebiyatı içerisinde bence önemli bir yere sahip olması gereken bir kitap, anlatımıyla, diliyle, üslubuyla çoğu Rus romanının dışında bir yerde geziniyor. Ve benim çoktan Sergey Dovlatov diye bir yazarım oldu diyebilirim.
“Ben, Daniel Blake” bir yanıyla İngiliz işçi sınıfına yakılmış bir ağıt olarak izlenebilir. Ancak kanımca bu filmi asıl ilginç kılan özelliği, içinde aşk öyküsü barındırmayan, başrollerini zalim, soğuk ve uzak devlet ile hakkını arayan yurttaşın oynadığı bir melodram olması.
Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay nihayet serbest !
Selahattin Demirtaş Edirne Cezaevi’nden bir ‘hikaye’ gönderdi. Gündelik detaylar üzerinden bir felaketi anlatan bu ustalıklı ve acı hikayeyi okuyun. Ve tekrar düşünün: bunu yazan kişinin tutuklu olduğu bir ülke nasıl bir ülkedir?
Nuran Akkaya tarafından fotoğraf çalışması sonucu ortaya çıkan ‘Ermeniler’ adlı kitabın birçok sayfası kitabevine yapılan saldırı ile yırtıldı.
Zannederim ki Debord’un ‘gerçek bilinç’ tanımlamasında, anneanneminse ‘çay banyosu’ ritüelinde aradığım direnişi buldum. Bugün işsizsem, bir maaş bordrom yoksa, hala sevdiğim müziklerin ve uğraşların peşinden yorulmaksızın koşabiliyorsam, bu biraz da anneannem ve Debord sayesinde.
Ekim Devrimi’nden dört yıl önce yazılmış bu ‘bilinç devrimi’ ve ‘yeni insan’ yaratma çağrısını okumak cidden zihin açıcı. Post olarak tavsiyemizdir.
Osmanlı-Türk toplumunun orijinalitesini kavrama, Marksizmi bu toplumu anlama ve daha da önemlisi bu anlayış temelinde dönüştürme yolundaki eşsiz çabasına rağmen Kıvılcımlı’nın, yer yer devletin resmi diliyle örtüşecek bir reformizme saplanması ve düzen içi sayılabilecek siyasal çözüm önerilerine varmasının onun trajedisi olduğunu söyleyebiliriz.
Edebiyatın haz üretimiyle ilgili tarafı, yazdığın kitaba bakıp “şunu yazabildim” diyebilmen, yani sahip olduğun eyleme kudretinden dolayı mutlu olman belki aynı zamanda felaketin etkisini yazardan ve okurdan uzaklaştıran taraftır ama bu, kötü gerçeği savuşturmaktan başka bir şey değil. Kolay, sahte, imkansız bir takas.
Müzik dışında edebiyatla ve hayatla bu denli ilişkilenmiş bir öznenin bir şekilde kitaplaşması kaçınılmazdır. Ya yeni bir şeyler yazacaktı ya da yazılmışlarını açacaktı bizlere.
OHAL döneminde çıkarılan kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile kamudan ihraç edilen veya açığa alınan ya da hakkında soruşturma başlatılan akademisyenler sokakta ders verecek.
Ortadoğu coğrafyasındaki bir kadının hayatı üzerinde söz sahibi olma hakkını savunmasını okurken, kendi yaşadığımız coğrafyadaki eril politikaları, kadınları önceden belirlenmiş hikâyelere hapsetme arzusunu ve inşa ettiğimiz direniş noktalarını terk etmememiz gerektiğini yeniden hatırlıyoruz.
“İçinde Kim Var?” adlı ilk İnci Eviner retrospektifi sanatçının 70’li yılların sonundan günümüze değin ürettiği işlerin kronolojik değil dönemsel ve düzensiz, hatta ‘seyreltilmiş kaotik’ diyebileceğimiz bir sergileme biçimiyle bir araya getirildiği bir bütünden oluşuyor. “Bu sergide seyirciye de çok görev düşüyor” diyen sanatçının sanat hayatı boyunca aradığı anlatım biçiminin forma dönüş sürecini, seyirci de yer […]
“Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” neden 25 Kasım?
Jesse Gagliardi’nin ‘Boş Mesken II: Aile Portreleri’ adlı solo sergisi sanatın ‘radikal’ bir siyasi ve kültürel işleve sahip olduğu 60’lı yılların Stüasyonistleriyle aynı ruhu paylaşıyor ve her şeyin fena halde ‘sermaye’ye bağımlı olduğu bu devirde bir nefes alma alanı yaratıyor.
“Umulmadık Topraklar” başlığı altında bir araya getirilen çalışmalar, sözün bitirilmek istendiği yerde susmayı reddeden hakikatlere alan açıyor, ‘umulan topraklar’ı inşa etmeye çağrı yapıyor.
Diğer bütün tutuklu yazar ve gazetecilerin de en kısa zamanda özgürlüklerine kavuşması dileğiyle.
Sanatın iyiden iyiye profesyonel bir projeciliğe dönüştüğü, eski bohemlerin yerini yeni ‘sanat profesyonelleri’nin aldığı bu dönemde, Stilinovic’in o dağınık ve tembel halini yeniden hatırlamak gerekiyor. Gittiği yer her neresiyse, orada tembel ve rahat uyusun. Elveda Mladen.
İsmet Doğan, kendi yüzünü başka bedenlere yerleştirerek, Pierre Ancet’in “Ucube Bedenlerin Fenomenolojisi”nde söylediği gibi, “yüzün bir bedendeki kendi anlam ağıyla başka bir beden olduğuna, bedenin geri kalanından ayrı tutulduğuna” işaret ediyor. Yüz maskedir ve gerçek görüntüyü engeller; aslında her şey yüzde değil yüzün ötesinde, tende olup biter.
Üç noktaya sığmayan tüm gerçekleri düşününce Şimşek’in sloganına yeni kelimeler de eklemek gerekiyor: “Kriz devam ediyor; eleştiri de!” Mücadele de!
Tüyap Kitap Fuarı 12 Kasım’da başlıyor. Son derece geniş etkinlik listesinden Post. olarak bir derleme yaptık.
Kişiselleştirilerek devlet biçimli bir forma sokulmuş saf yaşamı boğan biyografilerin ölmeksizin cesetleştirdiği bedenleri yeniden büyülemek… Sanatın tek kaygısı bu büyücülük yoluyla kişisel olmayan dirimsel yaşamın keşfini sağlamak olabilir.
Post’un 1. yıl partisi 11 Kasım 2016, saat 20:00’den itibaren Muaf’ta.
Bu kötülük cephesinin, tüm koltuk değneklerine, elindeki harıl harıl çalışan yalan makinesine, maaşlı trol ordusuna, tekeline aldığı şiddete, sokakta günbegün estirdiği teröre, kayyım diye atadığı sömürge valilerine, fantastik mahkemelerine rağmen eninde sonunda çatlaması kaçınılmazdır. Başka türlüsü, eşyanın tabiatına aykırıdır.
“Yazmaktan başka tutarlı yanım yok. Hayatı da tutarsız buluyorum. Her an her şeyin değişiyor olması beni huzursuz ediyor. Bu, yazdıklarıma da yansıyor olabilir.”
Dünya Zırvası & Dünya acı hissi geçene dek kalbin arkası geniş olsun yoğun hisler isteriz fakat dizlerimiz belimiz boynumuz incinmesin her sabah bu pozda eğilince göbek içerleri avuçlar yeri görecek şekilde dinlenmeliyiz. başlar bacak arası başlar bacak arasına ve omuzları serip gömelim. her sabah böyle her akşam böyle her öğlen böyle güneş tam tepedeyken […]
Parlamenter demokrasi ve hukuk devletinin temeli olan seçmen iradesinin dün, 4 Kasım 2016 tarihinde, HDP vekillerinin tutuklanması marifetiyle yok sayılması kabul edilemez. Bu itirazın bir parçası olarak ve tarihe not düşmek amacıyla, HDP eş genel başkanları ve milletvekillerinin ortak savunma metnini yayınlıyoruz.
Zamanı aşan, gerçeküstü ve aynı zamanda hakiki imge ve metaforlarla bir taraftan başta Yeats, Keats, Blake, Rimbaud olmak üzere Avrupalı atalarına, diğer taraftan da Whitman’la başlayıp Beat Kuşağı’na uzanan, hatta öykü anlatıcılığının şiirsel resmi Robert Frost’a dokunan, Joan Baez’in “yıkıcı dürüstlüğü”nden ilham alan sözlerin yaratıcısı Bob Dylan.
İsveç PEN Genel Başkanı Ola Larsmo: “Gördüğümüz, yaz aylarındaki darbe girişiminden beri devam eden demokratik kamusal alanın yok edilme çabalarının son evresidir.”
Her geçen gün daha da senkronize oluyormuşuz gibiydi… Tanrı yüzümüze gülmüştü, Aynı anda altı altı atmıştık sanki! Aramıza sevi girmişti… Güneşin doğuşuyla büyülenirdi sokaklar.. Güneşin doğuşuyla büyülenirdi hayalet şehir.. Şimdiyse, acele kan aranıyor şimdi…! Fedakar/elcil sevecenler için….. Gitmesinler güneylere/kırsala..! Gitmesinler bırakmasınlar bizi n’olur… Onlar yoksa radyo boşluğa sesler… Oluk oluk çok kötü kanar caddeler….. Çürümüşlüğü […]
Luna luna kekeme oldum aylara baktığımda kimse basmadı ayağıma, onlar loliopoplarını yerken bu üzücü üzücü kırmızı daha azı perdeleri kapattı çaylarını karıştırırken bardakların sesleri şehirde çınlayan çan gibi plastik pan’ın heykeli bir tüp içinde sürüyorlar sürmeyin onu eğil ve öp mezuralarla ölç kitapları okurken öğrendim ilya ve mezurayı bilmem Luna luna sultanların parmakları adım adım […]
Özgür Gündem soruşturması kapsamında Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay, Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu ve birçok köşe yazarının dün gözaltına alındığı Cumhuriyet’e destek mektubu gönderdi. Aslı Erdoğan’ın mektubu: Merhaba, Dün gece son haber bülteninde Diyarbakır’daki tutuklamaları dinledik, güne Cumhuriyet baskınıyla başladık! Aydın Engin’in polisçe götürülüşünü izledim. Önce derin bir utançla… Turhan Günay […]
Şiir benim için bir duygu değil fikir alanı. Bir dünya fikriniz, bir perspektifiniz yoksa hangi araçla olursa olsun yaptığınız sanat olamaz. Sanat bize buyrulan dizgeleri bozma, aşındırma, onların kötücüllüklerini ifşa yeri.
Türkiye’nin mevcut hali ile Mussolini İtalya’sı arasında birçok parallelik kurmak mümkün. Gidişat ‘Faşizmin kışı’na işaret ediyor. ‘Tarihten bir şeyler öğrenip olabildiğince hazırlık yapabilmek için, kışı beklerken gerekli tedbirleri almak’ için o kötü tarihi bir daha hatırlayalım.
“Dünyayı değiştirebilecek birileri varsa, onların kadınlar olduğuna inanıyorum. Pencereleri de bu romanda ‘başka bir hayat mümkün’, fikrinin simgesi olarak kullandım.”
Ejderhalar vardır… Hayatınıza dokunurlarsa ejder-çarpmasına uğrarsınız. Sizi bir daha geri dönülmez biçimde dönüştürürler. Yaşar Kemal mesela, bir ejderhaydı, eminim Nazım Hikmet de öyleydi… İşte Giovanni Scognamillo da kadim bir ejderhadır.
Eğer Kierkegaard’ınki kurucu bir felsefeyse, Solanas’ınki neden olmasın?
Günümüzün abartılı hallerini düşündüğümüzde, öykülerdeki duygusallığın ölçülülüğünün bir anımsatarak öğretme hali olduğunu söyleyebiliriz. Ölçülülük derken, yazarın vıcık duyarlılıklar, çığırtkan sevgiler ve yakıcı öfkelerden uzak durarak her duyguyu bütün derinliğinde ve sadeliğinde okura geçirmesinden bahsediyorum.
“İnsanlar mekanı yalnızca tecrübe etmez, aynı zamanda onun aracılığıyla düşünür ve hayal kurarlar. Dolayısıyla mekan yalnızca halihazırdaki toplumsal dünyayı değil, eylem esinleyebilen ve kolektif düşleri ifade edebilen başka mümkün toplumsal dünyaları da şekillendirir.”
Herkesin kişisel yahut kitlesel bir şekilde kendi algılanamaz-oluş çizgisini keşfetmesiyle ilgili bir meseledir minörlük. Bu algılanamaz-oluş, verili kimliği unutmakla ve yarını bugünden kuran yeni bir yaşam semiyotiğini devreye sokmakla alakalıdır.
Giovanni’nin evinden ziyaretçi eksik olmazdı. Ben de dahil olmak üzere çeşit çeşit insan gelirdi. Çok sıkıldığım bir gün Giovanni’ye gidip ‘deliriyorum galiba’ demiştim o da bana ‘doğru yerdesin canım’ diye yanıt vermişti.
Nobel Komitesi, 2016 Edebiyat Ödülü’ne ilişkin bu yılki tahminleri alt üst ederek Bob Dylan’ı ödüle layık buldu.
Bazı şeylerin zaten bozuk olduğuna inandığımızda başka bir ihtimali düşünmek bize iyi geliyor.
En “İngiliz” romanlarında bile, Afrika’nın o yola gelmez sıcak yüreğinin, satırların altında küçük trampetler gibi tıpır tıpır attığını duyabilirsiniz. Aynı şey duygular için de geçerlidir. Orta yaş üzerindeki bir kadının aşk ve cinsellikle ilgili duygu ve düşüncelerini bu denli açıklık ve gözüpeklikle yazabilmesi bir cesaret işidir. Bu açıdan bir amazondur Doris Lessing.
1 Ekim sabahı evine yapılan baskınla gözaltına alınan edebiyatçı Murat Özyaşar bugün serbest bırakıldı. Haberi, yazarın eşi K24 Yayın Yönetmeni Sibel Oral kişisel Twitter hesabından duyurdu. Ayna Çarpması kitabı ile 2008 Haldun Taner Öykü Ödülü’ne ve 2009 Yunus Nadi Öykü Ödülü’ne layık görülen Özyaşar, OHAL kapsamında çıkarılan 23 Temmuz tarihli ve 29779 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca öğretmenlikten […]
Seren Yüce’nin filmlerindeki aileler bir yandan cinsiyetçi, milliyetçi ve devletçi geleneksel Türkiye’nin, öte yandan küresel kapitalist ve neo-liberal “matriks”in avucunun içindedirler. Yani sıradan faşizmin 21. yüzyıl sürümüne teslim olmuşlardır.
Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi, 2016 Güz Dönemi’nde “Türkiye’nin 150 Yılı: Tarih, Toplum ve Edebiyat” Eğitim Programı’nı başlatıyor.
“Emperyalizmle entegrasyonunun derinleşmesiyle gericileşmenin boyut kazanması her zaman doğrusal bir ilişki içerisinde olmuştur Türkiye tarihinde.”
Murat Özyaşar da gözaltına alındı.
İçinden geçtiğimiz şu zor dönemde aklımızın bize oyun oynuyor olmasını, gerçeklikten kopmayı hangimiz istemezdik?
Şiirlerdeki politik anıştırma, ironi, sözcük oyunları ve parodi şairin resmi ideolojiyle hesaplaşmasının ya da bu yönde bir isteğin emareleri olarak görülebilir. Bu hesaplaşma aynı zamanda dilin, sözdiziminin, ortografinin ve arı dilin dinamitlenmesine de yansıyor.
Hayalet Oğuz, dünyadan hafif adımlarla, Demir Özlü’nün ifadesiyle “Chagall’ın resimlerinde havada duran insanlar gibi” gelip geçti.
Ermenice “gayan,” yerinden edilmeyi, yolda olmayı, kayıpları ve felaketi olduğu kadar direnmeyi, hayatta kalma iradesine sahip olmayı ve tutunmayı da anlatan bir kelime.
İsveç PEN Yazarlar Birliği tarafından verilen ‘Tucholsky’ ödülünün sahibi Özgür Gündem’in tutuklu yayın danışma kurulu üyesi yazar Aslı Erdoğan oldu.
Erhan Arık’ın, Ermeni Soykırımı sonrası Ortadoğu’ya yayılan Ermeni toplulukların izini sürdüğü ‘Gayan’ isimli çalışması bir kitaba ve sergiye konu oldu. 21 Eylül’de Depo’da açılacak sergide, Aras Yayıncılık tarafından basılan aynı isimli kitabın da tanıtımı yapılacak.
“Gerçek,” dedim aynada omuzlarımda durduğunu gördüğüm cümleye doğru, “har vurup harman savrulmaz çünkü onun kendi rüzgarı, kendi ağırlığı vardır.”
Anne Kafamda Bit Var‘da Tarık Akan 12 Eylül anılarını anlatıyor. Siyasi, sanatsal ve toplumsal duruşu hep ‘sol’dan yana olan Tarık Akan’ı bu kitapla analım.
Extramücadele sadece tarihin değil, bugünün de tüylerini tersten tarayarak, uyuşuk örtüyü bugün için de kaldırıyor. Pürüzsüz yüzeyde pürüzler ve delikler açıp, içeriyi gösteriyor. İçerisi de toplumu oluşturan ‘suç unsuru’ söylemler, mitler ve kurgularla dolup taşıyor.
Dünyanın önde gelen yazar, yayıncı ve akademisyenleri, Türk hükümetine hitaben bir açık mektup yayınlayarak haksız yere suçlanan meslektaşlarının serbest bırakılması çağrısında bulundu.
“Bu bir program dostum, bizim için temel haklar konusu çok önemli. Eğitim, sağlık, ulaşım, barınma; bunların hepsi temel hak.”
Arter’deki ‘Her Düşenin Kanadı Yoktur’ sergisi tuzakları olan bir sergi: Düşüşün ciddiyeti ve onun azametli estetiğinin yarattığı hayranlık duygusu arasında beliren kara ve beyaz delikler.
Geçtiğimiz aylarda raflardaki yerini alan “Varoluşçuluk, Fenomenoloji, Ontoloji”, çağdaş felsefenin macerasına tutulmuş bir projeksiyon niteliği taşıyor.
Kapatılan Özgür Gündem gazetesinin tutuklu Yayın Danışma Kurulu üyesi ve yazarı Aslı Erdoğan, Danimarka PEN Yazarlar Birliği’nin “Onur üyesi” seçildi.
hiç kaçarı yok, çok yorgunsun gün gibi ortada füze rampasının altında kanlı nalınlarıyla debelenen bir talihsiz buzağısın hiç kaçarı yok çok yorgunsun demirci tezgahında sivri cırnaklarıyla eşelenen bir mecalsiz kırağısın küllerin cam kırıklarının içinden doğrulduğunda anımsa yellerin kan pıhtılarının içinden doğrulduğunda anımsa toprak gibi kendine dönmüşsündür yine uzak yıldızlar gibi yolunu şaşırmışsındır yine bir adım […]
Ben kusursuz bir depolama aygıtıyım kusursuz ağaçlarla çevrelenmişim annemi karnımda taşıyorum bir kağıt öğütücüsüyüm fişim yok insanlığı bitirmek için dualarım var parmaklarım prizlerdeben topraklanmış robot yeşil kablo bomba uzmanı akademi piçi zehirli yapraklar ve beton arasında insanlığı bitirmek için kaplan sürüsünü harekete geçireceğim bütün duyarlı cemiyetleri ve duyarsız cemiyetleri parçalayacak hayvan dansları bitirmek için insanlığı […]
M ABİ. Morinyo M abi’yi çok seviyor. Onun filmini yapmak istiyor. M abi aşırı tatlı ve melankolik biri. Geçkin yaşına rağmen tam bir delikanlı gibi davranıyor. Hararetli, duygulu ve kontrolsüz. Belli ki asla yavaş bir yaşlıya dönüşmek istemiyor. M abi tavlada Morinyo’yu hep yeniyor. Morinyo’nun tam tersine o her şeyi çok ciddiye alıyor. Sürekli zarla […]
Can Yayınları’nın kurucusu Erdal Öz’ün anısını yaşatmak için ailesi tarafından düzenlenen Erdal Öz Edebiyat Ödülü’nün bu yılki sahibi Orhan Koçak oldu.
Bu karşılaştırma-inceleme, Milan Kundera romanlarından bazı bölümlere duyumsal olarak eş bulduğum Bacon resimlerinin özünden doğmuştur.
Şiddetsiz direniş fikri ve pratiğinin gelişim merkezlerinden biri olan Daraya, tüm Suriye’deki sivil itaatsizlik eylemleri için ilham kaynağı.
Türkiye edebiyatının en büyük yazarlarındandı. Komünistti. Ama bizim topraklarda adet olduğu üzere Türklüğüne hapsolmuş bir komünist değildi, enternasyonalistti.
Hayfa’da yaşayan Filistinli feminist yazar Hulûd Hamis’in Hayfa’nın Kırık Parçaları adlı ilk romanı Güldünya Yayınları tarafından Türkçeye kazandırıldı.
Gündelik hayatın kılcallığındaki etkin mikro-iktidar güçleri, yani gündelik hayata içkin faşizmin moleküler ağı olmasa, bir tiranın egemenliğinden bahsetmemiz hala mümkün değildir.
Türkiye’de özgür basını susturmaya yönelik saldırılar devam ededursun yayın politikasını emek, kadın, insan hakları, demokrasi ve ekoloji ekseninde belirleyen Özgür Demokrasi gazetesi yayın hayatına başladı. Özgür Gündem’in Genel Yayın Yönetmeni Zana Kaya ve gazetenin Yazı İşleri Müdürü İnan Kızılkaya’nın tutuklanmasının üzerinden 24 saat geçmemişken Özgür Demokrasi’nin bayilerdeki yerini aldığını öğrenmiş olduk. İlk sayfada yer alan editör yazısı şöyle: […]
“İnsan için ‘vazgeçilmez’ olanın bir çantaya sığabileceğini, geriye kalan her şeyin gözden çıkarılabileceğini” bilen ‘kıdemli göçmenler’i anlatan Aslı Erdoğan şimdi dört duvar arasında. Şimdi herkes onun için bir ses çıkarmalı.
“Arap Baharı’nın öngörülmemiş sonuçlarından birisi, Müslüman Kardeşler’in (İhvan-ı Müslimin) yeraltından Ortadoğu siyaset sahnesinin ön saflarına fırlatılması olmuştur.”
Özgür Gündem’deki yazlarından ötürü tutuklanan Aslı Erdoğan’ın yazılarını burada yayınlıyoruz. Bundan sonra kendisi fahri yazarımızdır. Aslı Erdoğan’a ve düşüncelere özgürlük.
Aslı Erdoğan tutuklandı. Gözaltına alınmadan önce yazdığı şu son metni defalarca okumak lazım. Karanlığa karşı metanet ve sorumluluk.
Özgür Gündem’deki yazıları nedeniyle göz altına alınan ve tutuklama talebiyle mahkeme sevk edilen Aslı Erdoğan için bir destek ve teşekkür yazısı. Aslı Erdoğan yalnız değildir.
2016 Talât Sait Halman Çeviri Ödülü için başvuru dönemi başladı. İKSV’nin 2015 yılında şiir, öykü, roman gibi edebiyat alanındaki yapıtların nitelikli çevirilerini desteklemek amacıyla, Türkiye’nin ilk Kültür Bakanı olan ve 2008-2014 yılları arasında İKSV Mütevelliler Kurulu Başkanı olarak görev yapan, 2014 yılında kaybettiğimiz Talât Sait Halman anısına başlattığı Talât Sait Halman Çeviri Ödülü için başvurular […]
Çevirmen ve yazar Ahmet Cemal ve öğrencileri tarafından 2014 yazında kurulan ve çalışmalarını başarıyla sürdüren Ahmet Cemal Kültür Atölyesi (ACKA), 2016-2017 eğitim sezonu için başvuruları bekliyor. Edebiyat, tiyatro ve görsel kültür alanına ilgi duyan ve bu alanlarda derinleşip düşünmek, öğrenmek ve üretimde bulunmak isteyen kişiler için, kar amacı gütmeksizin kendini döndürebilen makul ücretlerle “akademi” kalitesinde […]
Sabahattin Ali’nin Ankara’da yaşadığı eve ‘yazarın orada yaşadığına dair bir ibare’ konulması için bir kampanya başlatıldı. Destekleyelim.
Aydınlanma’nın Şeytan’ı, kendisine atfedilen mitolojik ve fantastik öğeler içeren bedeninden kovulmuş ve anlamca güçsüz duruma düşürülmüştür.
Ahmet Öğüt’ün ALT’ta 13 Temmuz – 9 Ekim 2016 tarihleri arasında açık kalacak sergisinde mekanize tugaylara, aç gözlü kapitalizme ve kendi çocuklarını yiyen Kronos’a direnen sanata şahit olabilirsiniz. Barikatların ardında buluşmak üzere.
Toplumsal mücadele alanının kurulmasında sesler/gürültü son derece etkin bir rol oynuyor. Zira sesler, kolektif belleğe seslenmekte ve geniş bir alanı hızla kat etmekte sözel olandan çok daha etkili. Bu nedenle 15 Temmuz’u sesler üzerinden okurken bu seslerin seçiminin de yarattıkları gürültünün üzerimizdeki etkisinin de rastlantısal olmadığını akılda tutmak gerek.
Bu berbat günlerde faşizm nasıl bir musibettir anlamak için Eco’yu tekrar okumak lazım: faşizmin on dört özelliği.
Ulus Baker anısına: “Felsefeden, siyasete ve sosyolojiye uzanan müthiş birikimiyle değil sadece; derviş yaşantısı, kirli kazağı, kırık gözlükleri ve şehla bakışlarıyla da bir başkaydı.”
12 Temmuz 2007’de bu dünyadan göçen Ulus Baker’i sevgiyle anıyoruz.
Bir metni edebi kılan nitelikler nelerdir? Ya da bir eseri okurken onun edebi özelliklere sahip olup olmadığını tartacak kriterler var mıdır? Yaşadığımız çağda böylesine büyük bir soruya verilen cevap genelde okura bırakılmıştır. Bir kitabın edebiyat olup olmadığını okurun belirlemesi sorunun amacını kolaylaştırıyor. Böyle bir kolaylaştırma kestirme bir görelilikten ibarettir. Bu kestirme görelilik estetik yöntem ve […]
Sadeliğin ve derinliğin yönetmeni Abbas Kiarostami’yi özleyeceğiz.
“Karakterler, toplumun öylesine ortasında kalmışlar ki kendi biçimlerini yeniden yorumlayamaz hâle gelmişler. 2010’ların hikâyesi aslında. Baskı ve arayış.”
Victor Jara’yı öldürmekten suçlu bulunan Şilili teğmen Barrientos, Jara’nın ailesine 28 milyon dolar tazminat ödemeye mahkûm edildi. Bu şahane haberin şerefine, Victor Jara’nın hayatını anlatan Yarım Kalan Hayat adlı kitabı şiddetle tavsiye ediyoruz. Jara’nın hayatından alınacak çok ders var: “Victor Jara, general Pinochet yönetimindeki Şili ordusunun 11 Eylül 1973’te yaptığı askeri darbeden birkaç gün sonra […]
Neden bu dergileri çok kişi okuyor? Bu soru, ‘çünkü kültür seviyesi, çünkü düşük entelektüel düzey, çünkü arabesk güzellemeleri…’ gibi kalıplaşmış cevaplarla geçiştirilemeyecek kadar önemli bir soru.
2 Temmuz 1993’te Pir Sultan Abdal Şenlikleri kapsamında Sivas’ta, Madımak Otelinde kalan sanatçı, düşünür, şair, yazar ve müzisyenler ve ayrıca otelde çalışan iki kişi ‘galeyana gelen halk’ tarafından diri diri yakıldı. Türkiye linç ve şiddet tarihinin en feci anlarından biri olan Sivas Katliamı’nı unutmuyor, ölenleri saygıyla anıyoruz. Katliamda hayatlarını kaybedenler: Muhlis Akarsu – 45 yaşında, […]
Byung-Chul Han Şiddetin Topolojisi adlı harikulade akışkan ve baştan sona etki dolu kitabında şiddetin kaynaklarını demode bir yaklaşımla ve basitçe “dışarıda” aramıyor. Hatta ‘dışarı’ya dair neredeyse hiçbir şey söylemiyor kitap boyunca. Hiç öyle kısa yoldan ‘şiddetin kaynağı otoritedir, eğitimdir, aktarımdır’ gibi sorunu ve çözümü hep ‘işaret edilenlerde’ arama kolaycılığına pas vermiyor. İçe yöneltiyor okları.
30 Haziran’da Hrant Dink Vakfı’nda Edebiyat ve Ayrımcılık Söyleşisi’ düzenliyor. Hassas ve mühim bir konu. Katılınız.
Suriyeli yazar Nihad Siris’in, otoriter bir toplumun varabileceği boyutları anlatan bu ‘Ortadoğu’ distopyası, günümüz Türkiye’sini bekleyen tehlikeler açısından mühim uyarılar barındırıyor. Post olarak tavsiyemizdir.
Egemen Yılgür, şimdiye kadar çok fazla telaffuz edilmemiş fakat aslında Türkiye siyasi ve sosyal tarihinde kritik rolü bulunan Romanları yazarak bizlere çok önemli bir kaynak sunuyor.
İster “doğal, iyi ve basit olan”a sevdalı Rousseau’nun yürüme tutkusundan, isterse banliyöleşmenin yürüme ve demokrasi üzerindeki etkilerinden bahsetsin “Yürümenin Tarihi”nin merceği daima özgürlük, eşitlik, toplumsal cinsiyet, ekoloji ve emek meselelerine odaklanıyor.
Taşın kavmi yok Kalbimin de öyle Barındım toprağın koynunda Kaç asır yaralı bereli Gücenmedim insanların öfkesine Yeri geldi atıldım en uzak noktaya Yeri geldi sınandı suyla cesaretim Bitmedi göğün rivayetleri: Recmedilen bir kadının çığlığında gizliymiş Büyüdüğüme dair ilk kanıtım Adımı sıkça duyduğum olmuştur Babil’den Asur’dan Doğrudur, bir üst basamağa çıkmak için yontulduğum Yüzüm bir kat […]
Tik-Tak “ve zaman, her şeyin ilizyonudur…” içeride, dışarıda-gökyüzüyle yeryüzünün tanımlandığı her gerçeklikte.. (evet,ilizyonlar gerçekliği yaratırlar.) Bir şeyin ilizyon olması, orada olmadığı anlamını taşımaz. Bir ilizyonu yok sayamazsın. ‘zaman’da o her şeyin içindeki başka bir ‘şey’ olduğu için, aynı zamanda kendisinin de bir ilizyonudur. Bu durumu, konumuzdaki bir çeşit patolojik vaka olarak ele alacak bile olsak, […]
zaman treninin makinisti, sensin bilimin en önünde, sensin bilimin gözleri!! şimdi buldum işte ne istediğimi sensin o sensin profesör! sensin istediğim… sensin tek gerçeğim….. beyin bsepslerinle sar sarmala beyaz önlüğünde sakla beni modernist ütopyanın son kalıtı, son temsilcisi… sensin hümanizmanın düşmeyen kalesi… ulaşılmaz dorukların balından sür çatlamış dudaklarıma son sürgünlerden bilimin en […]
Bilmediklerimizi öğrenmek için çabalıyor; bildiklerimizi hiç uğraşmadan unutuyoruz. Kötü besleniyor, çok sigara içiyoruz. Kaçtan geriye saydığımızı bilmeden geriye sayıyoruz. Hiçbir sebep bulamazsak aşırı acıklı Blues şarkılarının saksafon sololarına hüzünleniyoruz. Hiçbir sebep bulamazsak mı? Bulamıyor muyuz? Arıyor muyuz? Müzik hiç durmuyor –şimdi John Coltrane, I seeyourfacebefore me -. Ben müziğin hiç susmamasını sağlarken, Ahmet bir sigara […]
ben bir zamballah prensi adım zula gezdim bütün luksor’u bir dev şahinin sırtında kara kıyının sahibi adım zula gezdim bütün stigyayı kara yeleli dostumla bir büyücünün şatosunda tam ondört yıl köle oldum simya ettim sihir bildim unutulmuş dillerde efendimin tüm ciltlerini yıllar boyu emiverdim içtim bütün iksirleri gördüm bütün iblisleri çözdüm bütün gizemleri ben bir […]
bu elimde bir silgi bu elimde tüh silgimi bir şeyle biliyorum o tadı dilimden siliyorum döngü dön hissizlik hissizlik diliyorum biraz biraz sessizlik ateş mi o döngü dön geceleri sesler duyan delimden biliyorum. biliyorum seslerin ardı sıra gelen bilinmez bir şeyimden biliyorum ben seninle bitliyim pencerem isli dön döngü dön siliyorum siliyorum sis. rüyamda elimde […]
Bütün çağrılarım balçık görüşlü kaplıca havuzunda. Antik bir libasyon kabında arıyorum çareyi. Kalbimi duy. Çok yoruldum af dilenmekten. İçine yüz sür yumuşakça kaplı kanatlarımın. Ne yapsam kestiremiyorum içime soktuğun şeyler denizini. Rüzgar ne zaman kesilse, okumayı unutuyorum. Bir daha yok, susma adam, konuş diyorsun. Filler oluk suyunda tepişiyor. Aynı yerden sarsıyor beni yüzsüz dağlar. Gotik […]
Saatin tik tak sesindeki ahenk ve huzur ve hala hayatta olduğunu hissettiren bir imin izleri var Gürbüz’ün satırlarında.
Moderniteden nefret atakları geçiren Miller, akıl hastanelerinin, siperlerin, yeni hastalıkların, tıp tarikatının, savaş bürosunun felaketleri gizlediğini ve ilerleme yanılsamasına hizmet ettiğini söyleyerek, nefretle barıştan bahsedenlerin, barışı getirmek için savaşmak isteyenlerin saçmalığını vurguluyor.
Merkezi İstanbul/Beyoğlu’nda bulunan Avesta Yayınevi‘nin Diyarbakır/Sur’daki deposu 11 Haziran akşamı saat 22.00 sularında molotof kokteylli saldırıya uğradı. Çıkan yangında 1000’den fazla kitap zarar gördü. Fikir ve kültür alanını felç etme arzusunun motive ettiği kitap yakma eylemlerini şiddetle kınadığımızı ve Avesta ile dayanışma içinde olduğumuzu bildiririz.
“Afrika’da kelebek kanat çırpar Diyarbakır’ın karanlık zindanlarının birinde köpek Co’nun tüyleri oynar! Bir öyküyü diğerinin ucuna bağladığımızda ne eğreti duruyor ne de arkasına koyduğumuza kopukluk oluyor. Kısacası acılar coğrafyasındaki öyküler üç aşağı beş yukarı birbirine benzer.”
Mesele kitap dergisinin mahallelerden, kamusal alanlara, Gezi Parkı isyanından, Sur’daki acele kamulaştırmaya kadar günümüzün kentsel politikalarının tartışıldığı 114’üncü sayısı çıktı.
“Bacon’un portreleri, benliğin sınırları üzerine bir sorgulamadır. Birey, çarpıtılmanın hangi ölçüsüne kadar kendi olmayı sürdürür? Sevilen bir kişi çarpıtılmanın hangi ölçüsüne kadar sevilen kişi olmayı sürdürür?”
Bugün Nâzım’la bir arada olma, buluşma günü. Kitaplara sığmaz olduğundan beri sokakları arşınlayan şiir, Nâzım’ın dilinden yüreklere seslenmeye hazırlanıyor.
Kafka’nın ilk nişanlısı Felice Bauer’e yazdığı mektuplar ilk kez tam metin olarak yayımlandı. Almanca aslından Türkçeye, Çağlar Tanyeri, Murat Sözen ve Turgay Kurultay’ın ortak çalışmalarıyla çevrilen Felice’ye Mektuplar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nın Modern Klasikler Dizisi’nde yer aldı. 1912’nin Eylül ayından başlayan mektuplar, Kafka’nın verem olduğunu öğrendiği ve giderek karamsarlığa gömüldüğü 1917 yılının Ekim ayında sona eriyor. “Kafka ve Felice’nin […]
Yüzlerce yazar ve yayınevini okurlarla buluşturan Kitap Günleri’nin sekizincisi, tarihi Haydapaşa Garı’nda yapılıyor. Kadıköy Belediyesi’nin düzenlediği etkinliğin açılışı 1 Haziran, saat 13.00’da, bu yılın onur konuğu olan Selim İleri’nin katılımıyla gerçekleşecek.
Fiyatını açıklamana gerek yok suratını buruşturmana… güneş altın bir taç dolayınca alnına tüm bunları anlayabilirim demiştim sana şehirde bir tur da yeterdi ama, çirkin yüzünü cilaladığın sürece gerçek fikrini gizlediğin sürece aç kalmazsın demiştim sana fiyatını açıklamana gerek yok hikayeni anlatmaya… yel bir kasatura gibi esince omuzlarından tüm bunları anlayabilirim demiştim sana sade bir kucaklaşma […]
Rimbaud edebiyatta bir serserilik ve aşırılık efsanesidir; bir ‘poeté maudit’ (lanetli şair) olarak hem edebiyatçı, hem de kısa ve acayip yaşamıyla ‘erken doğmuş’ bir rock yıldızı gibidir… Palahniuk ve benzerlerinde topyekün bir sistem eleştirisi ya da Rimbaud’da olduğu gibi, ‘başka bir olasılığa’ işaret eden yıkıcı bir bakış değil, sığ bir tüketim eleştirisi ve şiddet romantizmi vardır.
Beyoğlu ve Kadıköy’ün sokaklarını, insanlarını, barlarını öykülerine konu eden iki yazar, Özgür Çakır ve Meriç Demiray’ın gerçekleştirecekleri bar sohbeti bu akşam 20.00’da, Arsen Lüpen’de. Adres: Mis Sokak, No: 15, Kat: 4
Sansüre Direnen Filmler, Kuir Belgeselleri, Müzik ve Dans Belgeselleri gibi bölümleriyle Documentarist, 28 Mayıs – 2 Haziran tarihleri arasında izlenebilir.
Dilsel iletişim olayında beyin kendi nöro-enformatik durumlarını bildirirken ‘biz’ kendi konuşmamızı fenomenal yaşantılardan söz ediyormuşuz gibi anlıyoruz. Nasıl oluyor bu? Bir örnek vereyim. Mesela bir insan ‘şurada kırmızı bir gemi görüyorum’ dediği zaman aslında beyni kendisindeki nöral ateşlemelerden oluşan kendi enformatik durumu hakkında bilgi verir.
Resmi tarihin kahramanlık öyküleriyle gizlenmek istenilenleri bir türkünün tek bir dizesinde bile görebiliyoruz. Murat Meriç, resmi tarihte yeri olmayan bu hikayeleri kitabında toplayarak aslında yeniden hatırlamamızı da sağlamış oluyor.
“Aile Fotoğrafı,” bir aile anlatısı olduğu ölçüde bir yazım anlatısı da. Genç bir yazarın istencinden taşan edebiyat üzerine cesur olduğu kadar temkinli fikirleri, okurda hoş duygular uyandırıyor.
Tarihsel olarak çok kültürlü bir yapıya sahip olan Beyoğlu, son yıllarda büyük bir kültürel ve fiziksel dönüşüme maruz kalmış ve İstanbul’un kültür, sanat ve eğlence merkezi olma özelliğini yitirmeye başlamıştır. Bizler, Beyoğlu’nun tarihini ve kültürel değerlerini yıllardır korumaya çalışanlar ve Beyoğlu’na sahip çıkanlar olarak Beyoğlu’nu yeniden canlandırmak ve bugüne kadar taşıdığı farklı kimlikleriyle buluşturmak için […]
Sartre, Fransa-Cezayir savaşında sert tavrını belli etmiş ve emperyalizm karşıtı olduğunu her defasında göstermiştir. “Mahkeme” döneminde ise sıra ABD-Vietnam arasındadır.
Nobel Edebiyat Ödülü ile birlikte dünyanın en bilinen edebiyat ödüllerinden olan Man Booker Uluslararası Ödülü bu yıl The Vegetarian romanıyla Güney Koreli yazar Han Kang’a ve romanı İngilizceye çeviren Deborah Smith’e verildi. Vejetaryen olmaya karar veren bir kadının ailesi ve çevresinden gördüğü baskıları üç bölümde anlatan romanın sonbaharda Türkçede yayımlanması bekleniyor. Kafamda Bir Tuhaflık ile Orhan Pamuk’un […]
İstanbul Granit zeminler Bazen görgüsüz avizeler Bazen de perdesiz pencereler…. Pencerede musevi kediler…. Pencerede annemin evhamlı gözleri….. İstanbul araplar, ingilizler Emekliler, emekçiler Bulvar zibidileri Arka mahalle bitirimleri Rakı, dansöz, dümbelek! Ye ye bitmedi Bir bitemedi Ottoman’ın yağma börekleri!! Ganimetleri… İstanbul Alternatif seçenek… İstanbul Çeşit çemberek…. Dükkanlar, pasajlar, paravanlar….. Kırk kapı, kırk kilit….. ne ki bekleyemez […]
Gece sessiz. Gece her zaman sessiz olur mu? Çok romantiksin untitled. Kadife sokak. Beynimin şizofren adamıyla buluştum bugün. Kahve içtik. Kahve sertti, Ben tatlı sert. Bira göbeği kıvamında dalgalandı zaman. Paralel evrende su yatağı senkronizasyonu. Sanatçıların dünyayı ele geçirmesi lazım, Yoksa yeni akım, Borsacı küratörler. Falım sakızında yazıyordu. İnsanlar ikiye ayrılır, Bombanın altında ölenler, Uyuşturucu […]
Orhan Kemal Roman Armağanı bu yıl Dokuzuncu Haşmet romanıyla İbrahim Yıldırım’a verildi. Nazım K. Öğütçü, Turhan Günay, M. Nuri Gültekin, Erendiz Atasü, Handan İnci, Selim İleri ve Çimen Günay Erkol’dan oluşan seçici kurulun Orhan Kemal Kültür Merkezi’nde gerçekleştirdikleri toplantı sonrasında yapılan açıklama şöyle: ”Armağan, Türkiye’nin toplumsal ve güncel konularını evrensel ve bireysel temalara ustaca bağlaması, hoşgörüsüzlük ortamının bireyler […]
Fotoğraf Vakfı tarafından düzenlenen ve yoğun ilgi gören Belgesel Fotoğraf Günleri’nin üçüncüsü 20 Mayıs – 12 Haziran tarihleri arasında yapılacak. Çeşitli tematik başlıklar altında, Türkiye’den ve Dünya’nın birçok farklı bölgesinden 140 görsel hikâye izleyici ile buluşturulacak. Tamamı ücretsiz olan etkinlikler Salt Galata ve Galata Fotoğrafhanesi’nde yapılacak. Etkinlikler 20 Mayıs Cuma günü 19.00’da Fotoğraf Vakfı’nın Galata Fotoğrafhanesi’ndeki […]
Osmanlı’nın şiir dünyası ”Alaaddin’in Dükkānı” gibiydi. Küfür, sövgü, hakaret ve pornografi içeren şiirler bu dükkanın vitrininde sergilen(e)mese de bir şekilde daima ısmarlanan metalarıydı.
“şimdi senin uzanıp yattığın otlarda / yarın yeni bir yeşillik büyüyecek”
Susan Sontag, yazma rutini hakkında 1977 yılında günlüğüne şunları yazmış: “Bugün olmazsa yarın başla: Her sabah saat 8 civarında uyanacağım. (Haftada bir gün bu kurala uymayabilirim.) Her gün not defterime yazacağım. Çevremdekilere sabah beni aramamalarını söyleyeceğim ya da çalan telefona cevap vermeyeceğim. Okumalarımı sadece geceleri yapmaya çalışacağım, çünkü yazmaktan kaçmak için çok fazla okuyorum. Haftada […]
Türkiye ve benzeri üçüncü dünya ülkelerindeki aydın kimliği ve üstlenmek zorunda oldukları sorumluluklar çok tartışmalıdır. Batılı örnekleriyle kıyas kabul edilemez büyük sorumluluklar ve sonucunda katlanmak zorunda oldukları yükümlülükler düşünüldüğünde “Aydın” olabilme cesaretine sahip insan sayısının neden bu kadar düşük olduğu da anlaşılabilecektir. Aydın ister sanat ile uğraşsın isterse salt bir düşün insanı olsun, toplumcu yaklaşmak […]
‘‘Özgür olmak ve bunu talep etmek insanın doğasında vardır; fakat eğitim işin içine girdiği zaman insan hemen farklı bir alışkanlık kazanır.”
”Kitabın çıktığı bir yayınevi yok, bu yüzden kitapçılarda para ile satın alınabilen bir kitap değil. Topluluk desteğiyle hayata geçirilen bir kitap. Bu ne demek?”
Peyote Nevizade’nin ev sahipliğini yaptığı ”Müzik Üzerine Konuşmalar” serisinin ilki 17 Mayıs’ta gerçekleşiyor.
”…kendisine ait olmayan ve asla paylaşmadığı bir geçmişin yükünü bilmeden yaşayan bir kuşaktandır.”
Bu yazıda ‘Barbarın Kahkahası’ndaki Melih ve İsmail’in kendilerini anlatı boyunca diğer karakterlerden mekânsal olarak ayırması irdelenerek iskelenin queer bir mekâna dönüştürüldüğü ileri sürülecektir.
Ağaçkakan Yayınları tarafından 6 Mayıs’ta piyasaya sunulan kitapta, Nişanyan’ın seçtiği 100 kelimeyle ilgili, kökenden anlama kadar birçok ayrıntılı bilgi yer alıyor. Yazarın yakın arkadaşlarından Ali Nesin’in, kitabın önsözü için kaleme aldığı metinde şu ifadeler yer alıyor: “En kabullenmiş düşünceleri sorgulamak gerektiğini Sevan’dan öğrendiğimi söyleyebilirim. Daha önce de biliyordum tabii ama teorik bir bilgiydi! Gene de […]
19 – 29 Mayıs 2016 İstanbul Modern Sinema, “Türkiye Sinemasında Ustalar: Lütfi Akad” sergisine paralel bir film programı sunuyor. 100. yaşını da andığımız, Türkiye sinemasının kurucu yönetmenlerinden, adını tarihe “ustasız usta” olarak yazdırmış, sinema tarihimizde “Sinemacılar Dönemi” olarak anılan dönemin öncüsünden 10 filmlik bir seçki gösterilecek. Seçkide Akad’ın ilk filmi olan ve Türkiye sinema tarihinde […]
Post.’un da destekçileri arasında olduğu İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali başladı.
Şener Özmen tam da bunu yapıyor; krizi edebi bir krizle ifade ediyor.
Türkiyeli anonim bir hikayeye göre; dolap kapağına asılan, polislerin ev aramasında “dede” olarak tanıtılan, polisler tarafından da “nur yüzlü ak sakallı dede” olarak tanınan Marx… 5 Mayıs, yani bugün [dün]; Karl Marx’ın doğum günü… Tarihin en büyük düşünürlerinden, filozoflarından birisi… Onun fikirleri elbette bulutsuz gökyüzünde şimşek, çölde vaha değildi. Onun deyimiyle “maddi koşulların sonucuydu”… Ama […]
Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna adlı romanı ilk yayımlandığı günden bu yana popülerliğini yitirmemiş bir kült roman. Romanı okuyup bitirdiğimizde düşündüğümüz onun bir aşk hikayesi olduğudur. Raif Efendi ile genç bir ressam olan Maria Puder’in hüsranla biten aşk hikayesi. Ancak sadece bir aşk romanı mıdır Kürk Mantolu Madonna ya da başka neler barındırmaktadır satır aralarında? […]
Çizgi, üç (: kısa: “-” , uzun: “–”, iki kısa: “- -”) haliyle de Behçet Necatigil’in şiirine benzersiz sentaktik ve semantik avantajlar kazandıran başlıca teknik araçlardan biridir: Bu şiirin en çok “söz”ü edilen, ama üzerine en az “yazı”lan ögesi.
“Gezi protestolarına katılan gençlere cesareti ve mizahı Sabahattin Ali vermiş olabilir”
UYURU // 71. Yunus Nadi Ödülleri açıklandı! 2016 Yunus Nadi Roman Ödülü Sema Kaygusuz’un romanı “Barbarın Kahkahası”na verildi.
20. İstanbul Tiyatro Festivali, 3 Mayıs Salı akşamı Şahika Tekand’ın yönettiği Godot’yu Beklerken ile başlıyor. 28 Mayıs tarihine kadar devam edecek festival programında yer alan 23 yerli yapımdan 21’inin Türkiye prömiyeri, uluslararası bir yapımın ise dünya prömiyeri gerçekleştirilecek. Festivalde yer alan yerli projelerin 9’u, uluslararası projelerin ise 4’ü İstanbul Tiyatro Festivali’nin ortak yapımcılığında sahnelenecek. Festival […]
Rosa Luxemburg 1 Mayıs’ın kökenlerini anlatıyor, 1894. Yaşasın 1 Mayıs!
‘Buzda Yürüyüş’ ya da kırılmış tren rayları, paslanmış tren rayları, cüce kargalar, yürümeye kalkınca hareketlenen mamutlar ya da saman kokuları ya da taze süt kokuları, kar fırtınaları, yağmurlar yağmurlar yağmurlar yağmurlar, yağmurdan kör olmalar ve güdük kalmış düşünceler. Bu kitabın içerisinde her cümle ‘Buzda Yürüyüş’ü o kadar iyi karşılıyor ki.
Berger, fotoğrafın hakiki içeriğinin görünmezliğini, doğası gereği görünmeyene işaret ettiğini, hakikate dair bütünsel bir görüşü inşa etmenin aracı olduğunu ve tam da bu yüzden ideolojik mücadelede çok önemli olduğunu vurguluyor.
Yas nedir? Ne işe yarar? Yas tutmak bizi ‘kayıp’ olana ikna mı eder, yoksa unutmamaya dönük aklımıza kazımaya, kaybı yitirilmemişçesine yaşatmaya mı?
Feride Çiçekoğlu’nun ‘Şehrin İtirazı’ kitabında şehrin halleri üzerine.
1- ADA Herhangi bir Nisan günü. Güneşli güzel bir gün. Sabah erkenden vapura atlayıp Ada’ya geldim. Marketteki bütün meyveleri çantama doldurup ormana çıktım. Yolda karşılaştığım bütün ninelerin çantalarını taşıdım. Bütün dedelere gülümseyerek selam verdim. Yol kenarındaki bütün yeşil erik çağlalarını yedim. Ormanda bütün çiçekleri kokladım. Bütün köpeklerin başını okşadım. Bütün ağaçlara sarıldım. Bütün kütüklerin […]
Yusuf’a bütün kötülüğünüzü verebilirsiniz ellerini kırıp onu ne kadar sevdiğinizi söyleyebilirsiniz Yusuf sadece gülümserken onun evini de yakabilirsiniz güneş doğarken ölü bir Yusuf size iyi gelebilir çünkü güzel mezarlıkların şiirini yazıyorlar içine birazcık da politika katıyorlar hemen sonra şarapları da var, güzel şarkıları da var bir Yusufları olmayagörsün, hemen o gece yataklarına girip birer […]