41 Gün önce annem öldü. Domuz Hüseyin hiçbir an annemin yasını tutmama izin vermedi. Hüseyin, süslü pavyonun sahibi. Annemin tecavüzcüsü, benim babamdı. Bunu hiç bilmedim. Neyse. Annem son nefesine kadar masalarda oturmaya, adamların ağız kenarından göğüs kıllarına doğru akan rakı damlalarını yalamaya devam etti. Çocukken neden burada yer aldığımızı, babamın bizi hiç sevmediğini ve diğer çocuklardan farklı olduğumu düşünürdüm. Annemi her gece masalara çıkan kapının ardından izleyip nefret ederken, adamların karşısında ne kadar güçlü ve asaletli bir kadın olduğunu görünce bu nefretim çabucak geçerdi. Bu sırada Domuz Hüseyin’in adamları her defasında olduğu gibi saç köklerimden tutar yatak odasına kilitlemeyi başarırdı. Buradan, süslü pavyondan çıkış yollarını arardım hep. Bulamayınca anneme yalvarırdım. Her defasında ağzıma patlattığı için haftalarca ağız şişiğimin inmesini beklemek zorunda kalırdım. Günler, aylar, yıllar geçerken nihayet 18 olacağım gün gelmişti. O gün her şey olduğundan daha farklıydı. Uyandığımda annemi bu hayatta ilk defa ağlarken görüyordum. Domuz Hüseyin, kocaman hediye paketleriyle adamlarını göndermiş, akşam için büyük bir kutlama yapılacağını iletmişti. Ben o gün mutluluktan uçarken, annemin yanakları balon gibi şişip şişip iniyordu. Beni kıskandığını düşünüyordum. Akşam olmuştu. Domuz Hüseyin’in gönderdiklerini üzerime geçirmiş, annem ile el ele masalara çıkan kapıdan assolist edam ile sahne önüne geçtiğimde, adamlar havalanıyor, kadınlar üzerime gülüyordu. Bir tek annem ağlıyordu. Müşterilerin giriş yaptığı kapının önünde ayakta duran Domuz Hüseyin’e çarpıyor gözüm. Bana el sallayıp gülümsüyor. Birazdan pastam getirilecek, üfleyeceğim, sahneye çiçek abla çıkacak, benim için şarkılar söyleyecek ve buradan özgürleşeceğim. Yok, daha yiyeceğim acı varmış. Sabah gözümü açtığımda İsmail ve abiyi bir arada kullandığım adamın koltuk altlarında açıyorum. Ne doğum günü pastam gelmişti, ne şarkılar söylenmişti… Gelin olup da gitmemiştim üstelik. Yine süslü pavyona geri getirilerek annemin diz kapaklarına ağladım. Kapı arkalarından annemi izlerken meğer onun ayak izlerinden beslenerek yetiştiriliyormuşum. 41 Gün önce annem bir şekilde öldü ve Domuz Hüseyin annemin yasını tutmama izin vermedi. 41 Gün boyunca uyumadan masalardaki adamları dinledim. Hepsinin tek bir ortak noktası var: Haberdar oldukları bir kalpleri var, fakat orada sevgi nasıl yetişir kavrayamıyorlar. O yüzden ki elleri sürekli penislerinde. Her neyse. 40 Gün boyunca tutamadığım yas benim başıma vurdu. Buradan kaçacağım, başka yolu yok. O yas tutulacak. Sonra yeni bir hayat kurulacak. Süslü falan değil, bildiğin sade. Hepimizin masalardan devrile devrile odalara çekildiğimiz vakitler… Güvenliğin birisini kafalıyorum. Domuz Hüseyin’den gizli benim odamda kalacak, yani öyle sanıyor. Odaya geçtiğimizde o kafasına koca vazoyu yiyor, bende cebindeki anahtarla çıkışımı veriyorum süslü pavyondan. Yedinci kata sessizce çıkıp yangın merdivenine çıkan kapıyı açıp, merdivenleren üçer beşer inip bir arka sokağa koştuğumda büyük bir meydana varıyorum. Kimse yok. Bağırsam zulüm, bağırmasam zulüm. Ara sokaklara doğru ilerlerken bir apartmanın kapısından kol uzanıp beni içeriye çekiyor. “Sesini çıkartma sakın. Yoksa ölürüz.” Dediklerini yapıyorum. Çünkü yaşamaya çıktım, ölmeye değil. Üç beş adam sağa sola koşturuyor. Hızlı nefes alış verişlerimizin ardından sesler kesiliyor, gün ağarıyor, yanımdakine bakıyorum. “Sezen ben. Ama yine de sesini çıkartmamaya devam et…” diyor. “Bence buradan bağıra bağıra çıktığımızda geri çekileceklerdir.” Diyorum. İlk önce susuyor. Sonra gülümsüyor. Ben bu sabah süslü pavyondan emekli olurken, Sezen kalbine inanmadığı adamlara kendi kalbini pazarlamaktan vazgeçti. Artık her şeyin mücadelesini beraber vereceğiz. Bu daha başlangıçtı.