Bulutlar sıkışmaya başlayınca, hava geceye döndü. Gözlerimizin önünden savaş arabaları, başımızın üstündense uçaklar geçiyor. Onunla bu duvar dibinde, postalların arasından tutunmak için buluştuk. Onunla bu duvar dibinde, postalların arasında tek bir ağız olmak için buluştuk. Onunla bu duvar dibinde, postalların arasında avlanan olarak buluştuk. Onunla bu duvar dibinde, postalların arasından kaçmak için buluştuk.
Bir akşam annem mutfak fayanslarını ovarken babam salonun ortasında kuran okuyordu. Televizyon yükselen savaşı gösteriyordu. Televizyon yükselen savaşı gösterirken, babam Allah’a biraz daha yaklaşıyordu ama kabul görmüyordu. Eğer babam Allah yerine bize yaklaşmayı deneseydi, yemin ediyorum onu kabul ederdik. Bu sırada büyük bir gürültü koptu. Annem mutfaktan sürüne sürüne salonun ortasına geldi. Babam elindeki kuran ile Allah’ı sayıklamaya devam ediyordu. Ne yaparsa yapsın bizimle hiçbir zaman bir araya gelmeyen babam, patlayan bu gürültünün etkisiyle hepimizin başını koruma hissine kapılmış mıdır bilmiyorum. Annem bomba olmak istemiş midir bilmiyorum. Bu bomba bizi bir arada tutacak güçte mi bilmiyorum. İyi ki patladı mı bilmiyorum. Yara alacak mıyız bilmiyorum. Ölecek miyiz bilmiyorum. Yaşayacak mıyız bilmiyorum ama ben kendi içimde parçalara ayrılmıştım. Kendi parçalarımı avuçlayarak bahçeye çıkmaya çalıştım. Yerdeki cam kırıkları her kıpırdadığımda bacaklarıma ve ellerime batıyordu. Her seferinde onları ayıklıyordum. Annem arkamdaydı. Babam arkamdaydı. Kardeşim olmadı hiç ama olsaydı arkamdaydı. Yakınlarımızdan uzaklarımıza doğru kalan herkes arkamda. Gittikçe kısalan ne varsa arkamdaydı ve sonra onları avuçladım. Köprünün üstünde avuçladım. Ön koltukta avuçladım. Sokak lambasının altında avuçladım. Otobüs terminallerinde tatile giden ailelerin arasında avuçladım. Naylon poşetlerin içerisinde avuçladım. Suyun derinliklerinde avuçladım. Suyun yüzeyinde avuçladım. Yanan ateşlerin içerisinde avuçladım. Havaalanlarında tatilden dönenlerin arasında avuçladım. Devlet bakanlarının arasında avuçladım. Otel lobilerinde avuçladım. Lunaparklarda avuçladım. Tren garlarında vedalaştıktan sonra aynı yere sırtını verip farklı yöne uzaklaşanların arasında avuçladım.
Sesler yükseliyordu. Sesler yükseldikçe ellerimizi başımızın üzerine bırakıyorduk. Öleceğimizi sandığımız her an bir kez daha yaşıyorduk. Sürekli üstümüze toz yağıyordu. Sürekli bir yerler yıkılıyordu. Sürekli birileri ortaya çıkıyordu. Sürekli birileri ortadan kayboluyordu. Babamı inandığı Allah’ın yakınlarına gömdükten sonra, annem ve onunla birlikte hiç durmadan sarı bir tablonun içerisinde kalabalığın arasından ilerlemeye çalışıyorduk. Vardığımız her neresiyse orada yeniden resim oluyorduk ve şaşkınlıkla bakılıyorduk. Ben kendimi bu düzende sanat eseri sanıyordum. Ben kendimi bu düzende sanat eseri zannettikçe birileri tarafından kaldırılıyorduk.
Annem her defasında ağzıma vuruyordu…