Yeni bir hayata kavuşmanın yalnızca gerçeği söylemekten geçtiğini düşünürüm. “Kendine ya da bir başkasına gördüğün gerçekleri anlat, hayatın eskimez ve mutlaka değişir.” Bugüne dek bu söylemiş olduğum şey benim kendime doğru söylediğim bir cümle olarak aklımda, bileklerimde, dizlerimde asılı olarak dururdu, taşırdım. Ancak Ödön von Horváth’ın gerçeğin yanında duruşuyla değişen hayatını gördüğümde aklımda, bileklerimde, dizlerimde asılı duran bu cümleyi alıp bir de omuzlarıma astım. “Gerçek,” dedim aynada omuzlarımda durduğunu gördüğüm cümleye doğru, “har vurup harman savrulamaz çünkü onun kendi rüzgarı, kendi ağırlığı vardır.”
Keşke ben de kitapta geçen Zenci’nin S adında bir öğrencisi olsaydım. Kesinlikle Klübe üye olurdum.
Von Horváth, 1937 yılında yayınlanacak bu kitabının tamamıyla ilgimi çekse de en başında geçen şu kısımda durup, bu kitabı yazmış olduğu yıla yeninden bakmama neden oldu.
Kitabın içinde geçen o kısım şöyle, “İnsanın şansa her zaman ihtiyacı olur, diye düşünüyorum; ayrıca sağlıklısın da, çok şükür! Tahtaya vuruyorum. Ama mutlu? Hayır, mutlu değilim aslında. Eh, ama sonuçta mutlu ne ki? … Hayır gerçekten mutlu değilim. Böyle aptalca düşünme, diye kızıyorum kendime. Emeklilik hakkı olan sağlam bir işin var ve bu, dünyanın yarın dönmeye devam edip etmeyeceğini kimsenin bilmediği bu zamanlarda az şey değil hani! İnsanlar senin yerinde olsa, kim bilir keyiften nasıl dört köşe olurlardı?”
Benim de bunlar üzerine söyleyeceğim birkaç şey var.
Hayatım boyunca bunu düşündüm. Nedir benim garantim? Gidip geldiğim ve sonunda emekli olacağım bir işim mi? Beni var eden ve varlığımı sorgulamamı örten maaş bordrosu mu? Hiçbiri buna yardımcı olmadı. Her zaman bir başkasına göre, “yerimde olsa” keyiften dört köşe olunacak işlerim oldu. Hepsini her seferinde bozdum. Neden bozdum? Çünkü ben asalak değilim. Ya siz? Ağustos böceği olup karınca taklidi yapan bir asalak mı?
Bu konuyu von Horváth uzatmadığına göre bir bildiği var deyip susuyorum. Anlamayacaksınız. Eğer aynada gördüğünüzü görüyorsanız anlamayacaksınız. Aynada suratınızı şekilden şekle sokup kendinize gülmüyorsanız anlamayacaksınız. Eğer uyandığınız gibi evden çıkıyorsanız ve çıkmanızın nedenini bile bilmiyorsanız anlamayacaksınız. Çünkü, von Horváth’ın dediği gibi, aksi halde dünyada olmazdık.

Başka Tanrı’nın Çocukları
Kitabın bölüm bölüm çözülüyor olması ve her bölümün kendi içinde bir sona ermesi okumaya başka bir lezzet katıyor. Kitap, dili itibariyle de kahramının içinde, iç dünyasında, gözlerinde gezmemize vesile oluyor; onu takip etmesi ayrı bir zevk veriyor. Ben ne zaman kapasam aklımda kaldı, ne zaman açsam aklım karıştı.
Tanrı kitabın içindeydi, tanrı bazen kitaba uğramadı. Tanrı, von Horváth’a göre başka bir şeydi, sana göre başka birşey olarak kalıyor yine.
Tanrısız Gençlik’in hikayesi ya da Başka Tanrı’nın Çocukları’nın hikayesi her zaman masamın, aklımın bir yerinde olacak.
Teşekkürler Jaguar!
Baş Plep’e de selamlar!
Ve Zenci sonunda zencilerle mutlu olacak, Zenci’ye ve zenci olanlara da selamlar!