1. Bu salgın hayatınızı nasıl etkiledi, radikal bir kırılma yaşadınız mı? ‘Eskisi gibi olmayan’ şeyler var mı?
Yakın geçmişimde uzunca süren bir inziva dönemi var. Hayatımda köklü bir değişiklik yapma ihtiyacı sonucunda, zoraki gelişen bir haldi. Bu yüzden karantina başladığında yadırgamadım. Hatta bu defa “yapayalnız” olmadığımdan, katlanması daha kolaydı. Ancak, inzivada iken, bir noktada dışarı çıkacağımı ve tekrar insanların arasına karışacağımı, artık bunu yapabileceğimin işaretlerinin ne olduğunu biliyordum. Bu defa bilmiyordum. Hala da bilmiyorum. Riskin ortadan kalktığını kesin olarak bilebilecek, kaldığımız yerden, tıpkı pause tuşundan sonra tekrar play tuşuna basılmış gibi devam edebilecek miyiz? Pek sanmıyorum.
2. Evde kalınan bu durumda, evinizle, ev dediğiniz yerle ve evin dışıyla alakanız değişti mi?
Evimi daha da çok sevdiğimi söyleyebilirim. Böyle zamanlar için hazırlıklı olduğumu gördüm. Gençliğimde odam, şimdi ise evim benim sığınağım. Ne çok okunacak kitap, ayıklanacak kayıt, bakılacak resim, çalınacak nota varmış. Daha birkaç salgın kaldırır evimiz.
3. Kendi alanınızda (edebiyat, sinema, müzik, tiyatro, politika, çağdaş sanat, felsefe, sosyoloji, gazetecilik vesaire…) nasıl bir değişim oldu? Teoride ve pratikte?
Öncelikli alanım fotoğraf. Kalıcı bir değişim olup olmadığını bilemiyoruz henüz ama galiba en büyük darbeyi bir genre olarak sokak fotoğrafçılığı aldı zira ortada fotoğrafçılığını yapacak sokak kalmadı! Şaka bir yana, fotoğrafçıların salgın başladığından bu yana fazlasıyla -ve herkes gibi- kendilerine döndüğünü, özellikle belgesel fotoğrafçı refleksi olan “uzaklara gitme” yerine yakın menzil içinde kalma, kendi tanıklığının, kendi deneyiminin belgeselini üretme eğilimine girdiğini gördük. Fotoğrafçı olmayanlarda da bu gözlendi. Sosyal medyada ne kadar çok karantina öyküsü gördük, fotoğraflardan ve kısa videolardan oluşan. Sanırım anlamlı olan da şuydu: Meselenin özünde, çok kolay özetlenebilecek, pek fazla ayrıntısı olmayan, esasen topluluklar arasında farklılıklar arz etmeyen (etseydi pandemi oluşmazdı), ortak bir sorun var: Kaynağı ve arazları belli olan, kısa sürede tanımlanabilmiş bir hastalık. Gelgelelim bu sinir bozucu derecede basit yani yalın sorun farklı hayatlarda çok farklı -eskilerin deyimiyle- “müteselsil” yani zincirleme ve oldukça karmaşık başka sorunlara yol açtı. O yüzden de başından itibaren sosyal medya üzerinden ekranlarımıza ulaşan görüntülü korona öykülerinden asla bıkmadık. Benim de içinde olduğum ve karantina günlerinde organize olan en az iki çevrimiçi fotoğraf projesinde de tema aynı olmakla birlikte onlarca çok farklı öykü ve perspektif var.
Bu arada, yeri gelmişken fotoğrafın diğer sanat disiplinleri arasında daha şanslı bir konumu olduğunu söylemeliyim. Fotoğrafın doğasında çoğaltılabilirlik var ve internetin ilk günlerinden bu yana belki edebiyattan hemen sonra, müzikle hemen hemen eş zamanlı olarak sayısal ağlar üzerinden paylaşılır oldu fotoğraflar ve fotoğraf projeleri.
Karantina sürecinde de fotografik yapıtların sergilendiğini, çevrimiçi sergiler açıldığını gördük. Performans sanatları o kadar şanslı değiller. Ya da görüntünün ötesinde nitelikler taşıyan heykel, enstalasyon vb eserler. Bu alanlarda çalışan sanatçılar ya alan değiştirecek ya da başka, benim bilemediğim çözümler üretecekler. Göreceğiz.
Bu tabii yapısal değişimle ilgili öngörü. Anlatılarda, içerikte de mutlaka bir değişim göreceğiz, hem bireysel olarak varoluş ve ölümle, insanın zavallılığıyla ilgili hem de toplumsal boyutta salgının erk tarafından yönetilme, suistimal edilme, sınıfsal çatışmaları açığa çıkarma nitelikleriyle ilgili.
4. Yakın gelecekle ilgili ne düşünüyorsunuz, bu salgın gelecekte bir ciddi değişime yol açar mı? İnsanların yaşayış ve düşünüş şeklinde bir değişim olur mu?
Bir önceki soruya verdiğim yanıtın uzantısı olarak, salgın krizi ve böylesi hızlı yayılan, ölümcül başka salgınların da gelecekte kuvvetle muhtemel olduğunun kavranmış olması, toplumsal dinamikleri ve gündelik hayat pratiklerini kesin olarak etkileyecek. Kamusal alanı kullanma biçimlerimiz, yolculukların zorlaşması, tanımadığımız insanlardan virüs kapma korkusunun yaratacağı yerleşik zenofobi ufukta görünüyor. Her türlü ritüel, toplaşma, eğitim, toplumsal muhalefet biçimleri, flörtler bile bedensellikten taviz vermek zorunda kalacak.
5. Anlatmak istediğiniz bir salgın anısı ya da rüyası var mı?
İlk sokağa çıkma yasağı sırasında, evin sokak kapısının ilk kez 24 saatten uzun süre zincirli kalmış olduğunu fark edişim. Bunu bir fotoğrafa da dönüştürdüm.
6. Bu salgın zamanlarının size hatırlattığı ya da size eşlik eden kitap, film ya da müzikleri sorsak?
Başta sanat filmleri, nispeten derinlikli dizi filmler vs izlerken, muhtemelen distopik gündemin ve bitmek bilmeyen ekran mesaisinin yarattığı bezginlikle, son haftalarda çok daha ‘light’ yapımlara yöneldik. Özellikle bir çeşit doku-drama olan yerli yapım olay yeri inceleme dizisi Kanıt, neredeyse her gecemizin finalinde yer aldı. Olay yeri inceleme ekiplerinin maskeleri, eldivenleri, steril kağıt tulumları ve gizemli ölümleri aydınlatma çabaları, korona mücadelesini anımsattığı için belki. Her bölüm, “kusursuz cinayet yoktur” sloganı ile bitiyordu. Hadi canım sen de… Sanki tüm cinayetler aydınlatılmış gibi. Hem, cinayet gerçekleştikten sonra kusurlu olsa ne olur, olmasa ne olur?
Yazı görseli:
Orhan Cem Çetin
Sanatçının izniyle