Muamma Sözcüğü
Muamma: Mesaj gizleme ve çözme yöntemleriyle klasik Arap, Fars ve Türk şiirinde içine isim gizlenmiş beyit ve kıtaları ifade eden bir terim.
Muamma sözcüğünün Arapça ilk anlamı böyle verilmiş Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde. Sonra devam edilmiş: Sözlükte “(bir şey) gizli, örtülü ve kapalı olmak” anlamındaki amâ kökünden türeyen ve ta‘miye (sözü gizli ve örtülü söylemek, anlaşılmaz hale getirmek) mastarından ism-i mef‘ûl olan muammâ bu nitelikteki sözler için kullanılır. Daha çok devlete ait gizli bilgilerin bir yere ulaştırılmasını sağlayan ilmî muamma ile şairler ve aydınlar arasında yaygın olan edebî muamma şeklinde iki çeşidi vardır.
Muammanın kelime anlamına İslam Ansiklopedisi’nden bakmak istemekle beraber, başka hiçbir sözlükten (Türk Dil Kurumu mesela) bakma gereği duymadım. Elbette bunun sebepleri var. İlk sebebim muammanın sözlük anlamını merak etmemem, çünkü söylenişiyle anlamı bu kadar birbirinin aynı çok az kelime vardır.
Bu anlamda muamma sözcüğünün bir tanıma ihtiyacı yok. Nasıl söyleniyorsa anlamı da öyle işte. Bu sözcük için içi dışı bir diyebilir miyiz? Tabii ki hayır! Gizlenmiş bir olayı da barındırıyor içinde, bilinmeyeni, anlaşılmayanı, karışıklığı ve daha da ileri gidersek karmaşayı, kaosu. Muamma, tanımını tam olarak yapamayacağımız tekinsiz bir sözcük aslında. Söylenişiyle anlamı bu yüzden birbirini tutuyor zaten, Arapça birçok sözcük gibi.
Nasıl tetiklendi aklımda, nereden çıktı bu sözcük?
Müslüman Kardeşler.
Ayırt edici bir tanımlama bu. Dinen üstelik. Direkt inanç üzerinden, dolaylı falan da değil. Kendini bu şekilde (din üzerinden) tanımlayan bir yapı neyi amaçlıyor olabilir? Kim ola ki bu Kardeşler?
Hiç acele etmeyeceğim zira kitabın küçük bir özetini çıkarıp, kısaca toparlayıp, son olarak ana tema tespitini yaparak künyesini çıkarmak niyetinde değilim. Çok daha fazlası çünkü bu kitap. Siyasi, askeri, sosyolojik, ideolojik, din, kültür, inanç anlamında muammanın (bilinmez bir Umman’ı da çağrıştırmıyor değil hani) ta kendisi, esas hali. Yavaşça başlıyorum yazmaya.
Doğudan Batıya ya da Batıdan Doğuya (konu Ortadoğu olunca fark etmez) neler oluyor, bu güzergahta işler niye hiç yolunda gitmiyor, paylaşılamayan ya da paylaşılmak istenen şey ne?
Konu, Batı için çok netken Doğu için bir muamma. Halbuki tüm olay şu: çıkan çatışmalardan, karmaşalardan, bitmek bilmeyen savaşlardan tutun da; sınırların değişeceği ülkeler, ekonomileri bir daha hiç düzelmeyecek olan ülkeler, ülkelerini terk edip göçen insanlar, sakat kalan insanlar, ölen insanlar… Her şey ve hepsi Doğudalar. O yüzden muamma sözcüğün önemi en az Ortadoğu kadar mühim! Olayın tümü Doğuda. Mizansen tümüyle o coğrafya üzerine kurulu. Bunun sebebine petrol diyebilirsiniz, su diyebilirsiniz, coğrafyanın bereketli toprakları diyebilirsiniz, bu coğrafyada yer alan ülkelerin sınırlarının uluslararası para trafiğindeki öneminden bahsedebilirsiniz… Lakin mesele şu ki, Doğulular yukarıda saydığım olayların tümünü yaşayıp muammadan kurtulamazken; Batılılar hareket alanlarını sürekli genişleterek daha refah sahibi, daha özgürlükçü ve vatandaşlık haklarını geliştiren bir yapıya bürünüyorlar. O yüzden paylaşılamayan ile (Doğulular için) paylaşılmak istenen (Batılılar için) aynı yere çıkmıyor.
Bütün bunları net olarak anlamış olmak da Ortadoğu problemini çözmeye yetmiyor. Nihayetinde bu coğrafya daha da karmaşık, daha da kontrolsüz bir noktaya sürükleniyor.
NEDEN?
Büyük harflerle sorduğum tek kelimelik bu soruyu buraya bırakıp devam ediyorum.
Alison Pargeter Müslüman Kardeşler’e, kitabın giriş bölümüne birbirinin bumerangı olan iki temel kavramdan bahsederek başlıyor: Arap Baharı ve İhvan-ı Müslimin.
Müslüman Kardeşler kitabında bu iki tamlamadan Ortadoğu’nun iki başat kavramı olarak bahsediliyor. Birbirinden ayrıymış gibi görünen bu iki tanımın Ortadoğu’daki devletlerin yeni yapılanmalarında nasıl bir rol oynadığı, siyasi alanı ve toplumsal yapıyı neredeyse seksen sekiz yıldır nasıl etkilediği gerçeği aklınızın alamayacağı boyutlarda. İçi (kavis kısmı) size dönük bir şekilde dışarıya doğru attığınız oluşumların belli bir hız kazanıp menzile doğru yol aldıktan sonra hızından hiçbir şey kaybetmeyerek; üstelik çıktıkları bu yolda kesinlikle birbirlerine hiç değmeden, çıktığı noktaya geri dönmelerinin bumerang etkisi bizim bildiklerimizin veya gördüklerimizin çeyreği bile değil. Son tahlilde şu kesinlikle yazılabilir: Müslüman Kardeşler olarak bilinen bu yapı tüm dünyayı etkileyip Arap yarımadasının (Türkiye sınırlarının da içinde olduğu) neredeyse tüm sınırlarını değiştirebilecek güce sahip.
Müslüman Kardeşler mi tüm dünyada bu etkiyi yaratacak; hadi canım Müslümanların kendine hayrı yok, diyebilirsiniz. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı Ortadoğu coğrafyasında aslında hiçbir şey bizim bildiğimiz gibi de değil! Ne Ortadoğu’da ne de Batıda.
O halde Müslüman Kardeşler kitabının sayfalarını çevirmeye başlayalım ve seksen sekiz yıl öncesine giderek, sistemi ve uygulanış yöntemleriyle şaşırtıcı bir bumerang yolculuğuna başlayalım.
Arap Baharı
Alison Pargeter’in yazdığı Muhalefetten İktidara alt başlıklı Müslüman Kardeşler kitabı o coğrafyada bilmediğimiz ne çok şey olduğunu daha ilk satırından itibaren sunmaya başlıyor. Altı bölümden oluşan kitabın Giriş bölümünün ilk cümlesi:
“Arap Baharı’nın öngörülmemiş sonuçlarından birisi (İslamcı siyasi hareketlerden en uzun ömürlü ve en ihtilaflı olanı) Müslüman Kardeşler’in (İhvan-ı Müslimin) yeraltından Ortadoğu siyaset sahnesinin ön saflarına fırlatılması olmuştur.”
Arap Baharı ismiyle popülerleşen Ortadoğu ülkelerindeki halk hareketlerini, bizler televizyonlarımızda 2011 yılı itibariyle seyretmeye başladık. Ortadoğu topraklarında gerçekte ne olup bittiğinden haberdar edilmeyen bizlere her gün canlı yayın bağlantılarıyla Arap Baharı mucizesi gösterilmeye başlandı. O topraklarda yaşayan insanların meydanlarda toplanıp kendileri ve gelecekleri için bir şeyler istemelerine tabii ki alışık değildik. Şaşırdık. Sonunda o topraklarda bir şeyler oluyordu işte. Adı da çok güzeldi üstelik: Arap Baharı.
Sadece bir şeyler olmakla kalmayacaktı, bir şeyler de değişecekti. Aynı zaman diliminde birçok ülkede Arap halkı meydanlara dökülmüştü. Tunus, Mısır, Ürdün bu anlamda başı çeken ülkeler oldu. Bir süre televizyonlardan bizlere Arap meydanlarında ne olup bittiği gösterildi. Ortadoğu söz konusu olduğunda coşkulu kitlelerin meydanları doldurması sık rastladığımız görüntülerden değildi. Bu görüntülere ise yine aynı meydanlarda cereyan eden çatışmalar ve patlayan bombalar eşlik ediyordu. Olayları bir gün bir grup üstlenirken ertesi gün adını duymadığımız başka bir grup yeni bir eylem yapıyor ve ‘‘bu eylemi biz yaptık’’ diyordu.
Kitaptan öğrendiğimize göre, bizim 2011 yılından itibaren şahit olmaya başladığımız bu toplumsal isyanların kökleri on yıllar öncesinden filizlenmiş, yıllar geçtikçe daha da dallanıp budaklanıp köklerini en derinlere salarak Arap Baharı denilen nihai hareketin başlamasına sebebiyet vermişti.
“2011’de Arap dünyasının farklı bölgelerini etkileyen halk isyanları, büyük ölçüde ideolojik olmayan bir niteliğe sahip olmasına ve büyük ölçüde bağımsızlıktan beri bölgeyi denetimi altında tutan otoriter rejimlerin alaşağı edilmesinin ötesinde, herhangi bir siyasi hedefi olmayan gençler tarafından yönlendirilmesine rağmen, devrimlerden esas istifade eden Müslüman Kardeşler oldu.”
Fakat Pargeter’in kitabın henüz giriş kısmında ve daha ilk paragrafı yazmaya devam ederken böyle bir tespit yapması okuyucunun “Müslüman Kardeşler kim ola ki?” sorusunu ısrarla sormasını gerektirecek nitelikte. Arap Baharı ile ilgili bu paragrafta cımbızla çekilmesi gereken ise “herhangi bir siyasi hedefi olmayan gençler tarafından yönlendirilmesine rağmen…” tanımı. Bu tanımdan yola çıkarak ön planda meydanları dolduran Arap gençliğinin olup bitenlerin asıl aktörleri olduğundan şüphe duymaya başlıyoruz. Yani ortada “mış gibi“ yapıla gelen bir şeyler var, diyebilir miyiz?
Bunu yazmak için henüz erken. Netleştirebilmek adına seksen sekiz yıl önceye gitmek gerekiyor. Fakat yine de şunu şimdiden yazabiliriz: Tam anlamıyla muamma.
Bu sözcüğün Arap Yarımadası ve Ortadoğu’da yaşananlar için ne kadar uygun olduğunu Müslüman Kardeşler’in satırlarını okurken daha iyi anlıyoruz. Üstelik ara ara muamma sözcüğünün yerine konabilecek Arap Baharı, Müslüman Kardeşler ve İhvan-ı Müslimin gibi isimlerin açımlanmasına rağmen.
İhvan-ı Müslimin yani Müslüman Kardeşler
“İhvan’a aşina olanlar için hareketin Arap Baharı esnasındaki tutumu o kadar da şaşırtıcı değildi. İhvan daima, tespit etmesi neredeyse imkansız ihtilaflar ve çelişkilerin hareketi olmuştur. Gerçekten onu derinlemesine idrak etmek isteyenler için her zaman bir muammayı temsil etmiştir.”
Alison Pargeter İhvan-ı Müslimin hareketini işte böyle tanımlıyor; muamma olarak.
İhvan-ı Müslimin yani Müslüman Kardeşler; ikisi de aynı fark etmiyor. Aynı coğrafya, aynı savaş, aynı kaos, aynı siyasi yapı, aynı toplumsal oluşum, aynı Ortadoğu, aynı batı, aynı adamlar… Yani Mısır’da Müslüman Kardeşler, Tunus’ta İhvan-ı Müslümin, Libya’da Müslüman Kardeşler, Suriye’de İhvan-ı Müslimin… Aynı. Aynı oluşum ve aynı adamlar. Yaklaşık yüzyılı kapsayan bir süreçte aynılığıyla müsemma bir Ortadoğu’dan söz ediyoruz; kocaman ve değişmeyecek olan bir muammadan.
Bakın Alison Pargeter ne yazmış bu kocaman muammayı daha iyi açıklayabilmek için: “Aynı zamanda siyasi bir kurum gibi işleyen bir harekettir; ulusal kanatların bağımsızlığına vurgu yapan, ulusötesi bir örgüttür; kendisini barışçı olarak yansıtsa da bazı kanatları şiddet olaylarına doğrudan karışmıştır; Batı’yı ve Batılı değerleri genel itibariyle reddeder; ancak Batılılar nezdinde ilerici kapsayıcı değerleri ihtiva eden makul bir örgüt olarak görülmek hususunda heveslidir.”
Bu kocaman muammadan (mümkün mertebe) biraz uzaklaşıp İhvan-ı Müslimin hareketinin ilk adımlarını atmaya başladıkları yıllara gidelim.
Mısır İhvanı
İhvan hareketinin kuruluş tarihi çoğu kaynakta 1928 olarak yazılmasına rağmen Pargeter İhvan hareketinin “benimsenmiş temel ilkelerinin” olduğu tarihi 1920’lere dayandırıyor. Mısır’da İslam alimi bir öğretmen olan Hasan El Benna tarafından kurulan İhvan-ı Müslimin’in başlangıcından beri dini ve siyasi yönü ağır basan bir toplumsal hareket olduğu söylenebilir. Hareketin bu niteliği ve kurucu lideri hakkında şunları yazmış Pargeter.
“Mısır İhvanı, daima tüm Müslüman Kardeşler’in kalbi ve ruhu olarak algılanmıştır. Ulusötesi hareketin kurucu kolu olmakla kalmamış (ki bu durum ona hususi tarihsel bir meşruiyet katar) Mısır İhvanı’nın Mürşid’i (lideri) de tüm İhvan örgütünün ruhani önderi olmuştur.”
Arap alemi için Mısır İhvanı’nın önemi ne ise İhvan’nın Mürşidi’nin yani Hasan El Benna’nın da önemi de o. El Benna İslam alimi bir okul öğretmeni. Yaşadığı müddetçe liderlerin lideri olarak tasvir edilen bu adam öldükten sonra Arap Alemi için bir ikon haline gelmiş. Pargeter bu durumun sebebi hikmetini şöyle açıklıyor: “… ayrıca yirminci ve yirmi birinci yüzyıllarda bu denli önemli bir rol oynayacak olan dönemin siyasal İslamcı hareketlerinin tohumlarını atmıştır.”
Önemli bir tespit, çünkü; El Benna’nın kuruculuğunu yaptığı Müslüman Kardeşler yüz yıllık süre zarfında Ortadoğu coğrafyasında olagelmiş siyasi, askeri, sosyolojik hareketlilik adına ne varsa hepsiyle dünyayı da direkt etkilemiş bir oluşum. 1940’lı yıllardan başlayarak kaosun sürekli hakim olduğu topraklarda olup bitenler, Mısır’da iktidar uğruna yapılan çarpışmalar, suikastlar; 1970’ler Filistin-İsrail, İran-Irak savaşları, 1980’ler Kuveyt’te başlayan isyanlar, 1990’lı yılların devamında Körfez savaşı, 2000’li yılların başlamasıyla beraber Suriye meselesi ve 11 Eylül.
Bumerang gibi tanımını tekrar hatırlayalım: Kendi içine dönük olmasına rağmen, kendi içinden dışarı doğru fırlayabilen, belli bir hız kazandıktan sonra hedefinde fazla oyalanmadan gerisin geri kendi içine dönen bir oluşum Müslüman Kardeşler. Arap Yarımadası’nı, Ortadoğu coğrafyasını, Körfez ülkelerini, Avrupa’yı ve Amerika’yı etkileyip, asıl oluşumları ve çekişmeleri kendi topraklarında, kendi içlerinde yaşadılar.
Yine de Avrupa’ya ulaşmış bir İhvan’dan bahsediyor Pargeter: “İhvan’ın faaliyetlerinin temel odağı Ortadoğu ve İslam dünyası olduysa da, Avrupa bu milletlerüstü harekete bir alan sağladı.”
1950’ler ve 60’lardan itibaren Avrupa’ya adım atan İhvan’ın Avrupa’daki nüfusunun giderek artması ise Kardeşliğin zulmünden kaçanların Avrupa’ya sığınmalarıyla açıklanmış ki, bu oldukça dikkat çekici.
Önemli bir başka noktayı Pargeter kitabın birçok yerinde defaatle yazmış: “İhvan, hiçbir zaman devrimci bir örgüt olmamıştı. Daima kurulu düzeni yıkma gibi bir arayışı olmadığını, bilakis, İslam devletinin tedricen kurulması yolunda toplumu değiştirmeyi söyleyip durmuştu.”
Bu tespitin arkasından da her seferinde şu yorumu yapmış Pargeter: “Ama bu hiç de bu şekilde gerçekleşmemiştir. Her siyasi, sosyal ve milletlerarası meselelerin arkasında bir şekilde Müslüman Kardeşler izine rastlamak mümkün olmuştu.”
NEDEN?
İkinci ‘NEDEN?’ sorusunu da bıraktıktan sonra…
İhvan’ın “benimsenmiş temel ilkelerinin” olduğu tarihi baz aldığımızda, Alison Pargeter’in de belirttiği üzere, İhvan hareketi için Arap dünyasının en eski, en büyük ve en etkili İslami hareketi diyebilmekle beraber Arap Yarımadası’nın en geniş siyasi muhalif örgütü de diyebiliriz. İhvan’ın kuruluşundan günümüze kadar geçen seksen sekiz yıl, Ortadoğu’nun devlet yapılarını, siyasi alanlarını, sosyal yaşayışını ve coğrafyasını bambaşka bir yönde şekillendirmek adına gayet makul bir süre.
Arap Baharı dünyaya servis edilen Ortadoğu gerçeğinin çeyreği bile değildi. Bumerang, fırlatıldığı noktadan birçok yol kat ederek çıktığı noktaya tekrar geri dönüş yaptı. Bizler bütün bunları dünyaya servis edildiği şekliye adı kadar naif “Arap Baharı” tanımlamasıyla izledik.
İki büyük ‘NEDEN’ sorusuna ilişkin şu notu düşebiliriz: Etkin bir siyasi yapı olarak görülmek ve tanınmak istemeyen Müslüman Kardeşler, bu denli büyüyerek dünyayı sarmış olmasına rağmen ne Arap Yarımadası’nda, ne Ortadoğu’da, ne de Avrupa ve Amerika’da gücünün ve meşruluğunun hakkını tam olarak verememiş görünüyor. Böyle bir başarısızlığı başarı gibi göstermek niye? Yüz yıldır böyle bir başarısızlıkla oyalanıp, bin bir türlü muammayla beslenen bu coğrafyada aslında neler oldu?
Müslüman Kardeşler kitabı bu sorulara ve kafamızın içinde oluşturulmak istenen muammalara karşılık yazılmış çok iyi bir kaynak niteliğinde. Çok iyi bir kitap çünkü yazarı İngiliz asıllı, Cambridge Üniversite’sinde akademisyen, Kuzey Afrika ve Ortadoğu uzmanı Alison Pargeter. Kitabın konusunu oluşturan ayrıntıları, konunun işleniş şeklini ve detaylı analizleri okurken böyle bir kitabı ancak Arap asıllı biri yazmış olabilir diye düşünebilirsiniz. Fakat metnin içinde sorduğum iki büyük NEDEN sorusunun cevabı da buralarda yatıyor gibi: muamma içindeki Ortadoğu coğrafyası, Güneş Batmayan İmparatorluğun soğukkanlı analizleriyle yazılabilirdi (veya, yönetilebilirdi) ancak.
Müslüman Kardeşler
Yazar: Alison Pargeter
Türü: İnceleme
Çeviri: Semih Çelik
Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
Sayfa: 216