Meclis TV’de ‘Gösterilemeyen’ Şey Edebiyattan Çok Mu Uzak?

Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler’inde ve Hermann Hesse’in Siddhartha‘sında ortak olan ‘tecrübe temelli’ öğretinin, TBMM’de görüşülen yeni anayasa teklifi esnasında Meclis TV’nin ‘şey’leri, o an tecrübe edileni göstermemekte diretmesi ancak bir vekilin ‘kapalı oylama’ esnasında elindeki ‘hayır’ pusulasını objektiflere göstermeye çalışmasından doğan çelişkiyi açıklayacağı kanaatindeyim.

Bir dönemini Max Weber’le ve Weberyan siyaset felsefesiyle hemhâl geçirenler bilir; ‘meşruiyet’ ve ‘şiddet kullanımı’ konusunda modern devletin tavizsiz bir berraklığı söz konusudur. Bu berraklık dahilinde devlet, sahip olduğu meşru hareket alanı içerisinde tutarlı, rasyonel bir etiko-politik var eder. Öyleyse sormalıyız: geçen gece Meclis Genel Kurulu’nda görüşülen yeni anayasa teklifine, Meclis TV’nin kesintisiz yayın akışında meydana gelen politik kesintilere ve bu kesintilere rağmen ‘kapalı oylama’da belirtmesi gereken kanaati elindeki pusulayı diğer vekillere ve kameralara kaldırarak iradesini kamusal alanda, prosedürü es geçerek yeniden-üreten vekillere baktığımız zaman, Weber’e dair öğrendiklerimizi bir çırpıda es geçip, kitaplığımızda ona ait ne kadar kitap/makale mevcutsa bir hışımla balkondan aşağı savurmalı mıyız?

Bu noktada bu soru bizi kuramsal ve kurgusal metinler konusunda fikirsel bir ayrışmaya götürebilir. Hayatta kalma korkusuyla, ‘dış mekan’dan ziyade evlerde, özel hanelerde solumayı tercih etmeye daha yatkın olduğumuz şu günlerde, böylesi tehlikeli bir dikotomi var etmektense, kitaplığımızın ‘edebiyat’ bölümüne daha sık göz atmayı öneriyorum. Politik bağlam, sosyal mobilizasyonun yeniden-ürettiği etiko-politikle birlikte ‘tutarlılığın’ kıymetini ve karşılığını günbegün güncellerken, edebi metinler olanca şeffaflıkları, bıraktıkları ‘hayal’ payı ve politik bilinçten ziyade tahayyül dünyasına seslenebilmeleri sayesinde, en az Anarres, en az Urras, en az Odocu Anarşizm kadar Meclis TV’den de bahsedebiliyorlar. Bütün bu anlattıklarımda, şu sıra masamdan eksik etmediğim Mülküzler’in ve sıklıkla yeniden okuma gerekliliği hissettiğim Siddhartha’nın payı bir hayli büyük.

Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler’inde ve Hermann Hesse’in Siddhartha‘sında ortak olan ‘tecrübe temelli’ öğretinin, TBMM’de görüşülen yeni anayasa teklifi esnasında Meclis TV’nin ‘şey’leri, o an tecrübe edileni göstermemekte diretmesi ancak bir vekilin ‘kapalı oylama’ esnasında elindeki ‘hayır’ pusulasını objektiflere göstermeye çalışmasından doğan çelişkiyi açıklayacağı kanaatindeyim. Zira, anarşist bir dünya olan Anarres’te doğan Shevek’in, kapitalist Urras’a gidişi hem kendisi hem de fizik disiplini adına, bir tecrübedir. Tecrübenin çok-katmanlılığı ve çok-ritüelliliği, olanca etiko-politik israfa rağmen mühimdir. Aynı şekilde Siddhartha isimli genç bir Brahman’ın, Gotama’nın öğretisinin hakikiliğinden kuşkulanmayıp, ‘uygun yaşama’ bağlamında karşı-direnç göstermesinden, keşiş Govinda tarafından bulunmasına kadar tecrübe ettikleri de bahsettiğimiz kanaat-üstü tecrübe bağlamında mühimdir. Dün gece Meclis TV’de olan-bitenin yayınlanması/izletilmesi konusunda tereddüt yaşayan, kullanacağı oyu sergilemeden kullanması gerektiği halde, elindeki pusulayla objektiflere poz veren vekillerin çaresizliğini, ‘mecburi niyaz ediş’lerini görmek de yine diğer örnekler kadar mühim bir tecrübe olarak karşımızda duruyor.

Görüşmeler esnasında üretilen ‘gösteri’ye baktığımız zaman (bahsi geçen ‘gösteri’nin Meclis TV tarafından gösterilmemesi de ‘gösteri’ye gayet tabii dahildi) rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz ki, ‘politik bağlam’da tek sesliliğin agresif olduğu kadar lakayt bir hali baş gösteriyor ve bu noktada vekiller ‘güçlü’ duruşları kadar, güçsüzlüklerini de ifşa etmekten, bunu göstermekten çekinmiyorlar. Birbirlerinden bekledikleri merhameti, bir diğer deyişle hiyerarşileri dahilinde ürettikleri itaatin arz-talep dengesini ve sunulagelen güçsüzlük ritüelini izlemek komik olduğu oranda öğreticiydi.

Bu ritüel, müsaade edilen ekranlarda sergilendi ve ‘gösteri’yi politik belleğimiz paralelinde yorumlarken ümitsizce içlenmektense, karşımızda kötülüğün ‘merhametsiz olduğu oranda geri-dönüşsüz’ bir hali olmadığının farkına varmak bu noktada oldukça önemli. Zira, ‘gösteri’nin sunduğu ciddi bir çaresizlik, umutsuz bir merhamet talebi mevcut. Yaşatılanı reel politik dahilinde dile getirecek olursak, TBMM’de yasama faaliyeti gösteren bir vekilin öznesi olduğu kanaat hiyerarşisinden talep ettiklerinin henüz yerine getirilmediğine ve bu küçük yolunda gitmezliğin rayına girmesi için komik bir ritüeli orada üretmesine rastlıyoruz. Merak ediyorum, bahsi geçen kanaat hiyerarşisi dahilinde soluyan hangi özne bu ritüelden politik direnç bağlamında tatmin olmuştur? Başka bir ifadeyle, sergilenen bu temsilden sonra, dahil olduğu hiyerarşiye daha büyük bir dirençle kim sarılmıştır? Bir ‘güç gösterisi’nden ziyade lakayt bir ‘beni de görün’ çağrısı olarak yankı bulan bu performans, bahsi geçen hiyerarşinin hangi öznesine, uygulanması gereken ‘yol haritası’nda kendini daha dirayetli hissettirebilmiştir?

Yakın dönemde var ettiğimiz toplumsal belleğe, medya aygıtlarına baktığımız zaman işittiğimiz ve gördüğümüz birçok diskur ve hal buna dahil edilebilir. Birkaç ay evvel ‘Partili Cumhurbaşkanlığı’ ve yeni anayasa teklifi bağlamında en radikal, en yıkıcı diskurları üreten isimlerin, mikrofon kendilerine her uzatıldığında bir tek oya sahip oldukları, onu da ‘EVET’ kanaatiyle yanıtlayacaklarını bildirmeleri, en az Meclis TV’nin işlevsizliği ve bir çeşit ‘gösteri’ var etmek adına medya aygıtlarına gülümseyen vekillerin durumu kadar çelişkilidir. Bu noktada gerek ‘Shevek’ örneğinde, gerekse ‘Siddhartha’ örneğinde olumlanan ‘çok katmanlı tecrübe’lerle post-yapısalcı bir tavır takınan özneler, gelecek günlerde toplumsal muhalefet ve üretilecek karşı-hegemonik örgütlenme bağlamında bir hayli önem arz ediyor.

Gösterilenleri izledik, şimdi gönül rahatlığıyla Anarres’e dönebiliriz.