Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna adlı romanı ilk yayımlandığı günden bu yana popülerliğini yitirmemiş bir kült roman. Romanı okuyup bitirdiğimizde düşündüğümüz onun bir aşk hikayesi olduğudur. Raif Efendi ile genç bir ressam olan Maria Puder’in hüsranla biten aşk hikayesi. Ancak sadece bir aşk romanı mıdır Kürk Mantolu Madonna ya da başka neler barındırmaktadır satır aralarında? Daha da ileri giderek; Kürk Mantolu Madonna’nın ana karakterlerinden Raif Efendi’nin Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar romanındaki yeraltı adamıyla bir bağı var mıdır?
Kürk Mantolu Madonna‘nın ilk bölümünde Raif Efendi’yi onunla aynı iş yerinde çalışmaya başlayan bir memurun anlatımıyla tanımaya başlarız. Silik, sıradan bir karakterdir Raif Efendi. Az konuşur, maruz kaldığı aşağılanmalara sesini çıkarmaz. Ancak bir gün çizdiği bir resim anlatıcımızın dikkatini çekecek ve onun kahramanımıza dair düşüncelerini değiştirecektir. Söz konusu resim anlatıcı karakterimizin işe alınmasını sağlayan ve aynı zamanda arkadaşı olan Hamdi karakterinin resmidir. Az önceki hiddeti içinde bu karakteri resmeden Raif Efendi aslında onun o güçlü görüntüsü altındaki zavallılığını, dahası acınası durumunu yansıtmıştır çizdiği resme. Bu durumun anlatıcı karakter üzerinde yarattığı etki şu şekilde dile getirilir;
“Evet, bu, birkaç dakika evvel şurada duran Hamdi’nin, daha doğrusu onun ruhunun resmiydi. Fakat hayretimin asıl sebebi bu değildi: Ben şirkete girdiğimden, yani aylardan beri, Hamdi hakkında birbirine zıt bir sürü hükümler verip duruyordum. Onu bazan mazur görmeye çalışıyor, çok kere de istihfaf ediyordum… Hamdi, benim uzun zamandan beri görmek istediğim halde bir türlü göremediğim insandı. Yüzünün bütün iptidai ve vahşi ifadesine rağmen acınacak bir tarafı vardı.” (Sf. 23)
Raif Efendi’ye dair düşünceleri de değişmiştir anlatıcı karakterimizin;
“Raif Efendi, benim için tekrar merak verici bir mahiyet almıştı. Kafamda onun hakkında, biraz evvel beliren ışığa rağmen, bir çok tezatların bulunduğunu seziyordum… Bunu yapan kimsenin uzun seneler resimle uğraşmış olması lazımdı. Burada sadece baktığını gören bir göz değil, gördüğünü bütün incelikleriyle tespit etmesini bilen bir hüner de vardı.” (Sf. 24)
İlerleyen sayfalarda Raif Efendi’nin aile yaşantısında da saygı görmediğini, sadece eve ekmek götüren biri olarak algıladığını görürüz. Hayatının tüm alanlarında bütün aşağılanma ve hiçe sayılmalara sessiz bir teslimiyetle boyun eğen bir karakterdir o. Peki ama neden? Çok iyi Almanca bilen (şirketteki işi Almanca çeviri yapmaktır), sanatla ilgili Raif Efendi’yi bu noktaya getiren nedir? Bu soruların yanıtlarını ikinci bölümde buluruz. Ancak o bölüme geçmeden önce Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar eserine bir geçiş yapmak istiyorum.
Dostoyevski Yeraltından Notlar‘da 19. yüzyıl Rusyasında bir yeraltı adamını, kendini çelişki hastası olarak tanımlayan bir adamı anlatır. Yeraltından Notlar da Kürk Mantolu Madonna gibi iki bölümden oluşur. Ancak Yeraltından Notlar‘da anlatıcı, kahramanın kendisidir. İlk bölümde kendini anlatır yeraltı adamı. “Ben hasta bir adamım” diye başlar ve “Benim nasıl bir adam olduğum da belli değil. Ne ters bir adamım ne uysal, ne alçağın biriyim, ne onurlu, ne kahramanım, ne de korkak…” diye devam eder. Bir yandan kendini acımasızca eleştirirken kendinin aksine içlerinden geldiği gibi davranan, iş gören insanların dar kafalı olduklarını, kafalarının çalışmadığını haykırır sürekli.
Aslına bakılırsa Raif Efendinin de iş gören yada yeraltı adamının deyişiyle “iş tutan” (“tutunamayan”ın karşıtı olarak tutunan da diyebilir miyiz bu insanlara?) olarak tarif ettiği insanları görüşü bu şekildedir. Ancak o yeraltı adamı gibi haykırarak söylemez bunu, kendi köşesinde sessizce yaptığı resimle dışa vurur. Üstelik anlatıcı karakterimizin tanıklığı olmasa onun bu yönünü, dolayısıyla gerçek ruhunu, iç gerçekliğini bilen hiç kimse olmayacaktır. Raif Efendi bu tanıklıkla yaşayan bir karakter halini alır. Öte yandan yeraltı adamının aksine Raif Efendi’nin kafası karışık da değildir. O kendisinin ve diğerlerinin ne olduğunu bilerek bir teslimiyete bırakmıştır kendini. Yarattığı içsel bir yeraltından bakmaktadır dünyaya. Yeraltı adamı ise “En iyisi hiçbir şey yapmamak. Bir köşeye çekilip seyirci kalmaktan iyisi var mı? Onun için yaşasın yeraltı!” dedikten hemen sonra şöyle der; “Cehenneme kadar yolu var yeraltının.”
Anılarını yazma nedeni ise onlardan kurtulmak istemesidir. Aslında bu anlamda kendini yeraltına hapseden şeylerden kurtulmak istemektedir. Oysa Raif Efendi romanın ikinci bölümünde okuyacağımız siyah kaplı defteri, unuttuğunu sandığı yıllar öncesinde kalmış olayları kafasında tek başına taşıyamayacağı için tutmaya başlamıştır. Yaşadığı bir olay onu on yıl öncesinde yaşadığı olaylara geri götürmüştür. Yirmi dört yaşında babası tarafından sabunculuk öğrenmek için Almanya’ya gönderilen Raif Efendi’nin orada yaşadıklarıdır yaşanan olaylar. Otoportresine hayran olduğu Maria Puder’le tanışması, yakınlaşmaları, birlikte olmaları ve sonrasında memlekete dönüşü… Ayrılırlarken ne zaman çağırırsan gelirim demiştir Raif Efendi’ye Maria Puder. O ise “Çağıracağım… Muhakkak çağıracağım” diye karşılık vermiştir ancak bu gerçekleşmez.
Yeniden Yeraltından Notlar’a dönecek olursak orada da aynı olmasa da benzer bir durum görürüz. Yeraltı adamı romanın ikinci bölümünde geçmişte başından geçmiş üç farklı olayı anlatır bize. İlk iki olayda yine onun “canlı yaşam”a katılmakla ona ve orda yaşayanlara düşman olmak arasındaki çelişkili ruh hali yansır satırlara. En son olayda ise bir genelevde çalışan Liza adlı bir kadınla aralarında geçen olayları anlatır. Liza’ya nasıl sefil ve berbat bir hayat yaşadığını, bedeniyle birlikte ruhunu da sattığını, sonunun ancak bir bodrum köşesinde ölüp gitmek olduğunu haykırır. Aslında kendi sonu da bundan çok farklı olmayacaktır. Böyleyken onu kurtarmak, bir kahraman olmak ister. Sonrasında evine gelen Liza’yla aralarında bir duygusal yakınlık da yaşanır. Birbirlerine sarılıp ağlarlar. Ve yeraltı adamının ağzından belki de ilk defa yüreğinin gerçek sesi dökülür; “Bırakmıyorlar… İyi… İyi olamıyorum…” Ve yine hıçkırıklara boğulur. Zihninden geçense şudur;
“Şimdi rollerimiz tümüyle değişti. Artık kahraman sen değilsin, Liza’dır.”
Sonuçta yeraltı adamının seçimi yine yeraltı olacaktır. Ancak romanın sonunda artık “yeraltından” yazmak istemediğini söyleyerek bitirir sözlerini. Sonrasının ne olacağı net değildir. Oysa Raif Efendi ta en başından Maria Puder’i kaybettiği andan itibaren seçimini yapmış, kendine biçilen role teslim olmayı seçmiştir.
Toparlayacak olursak, yeraltı adamı seçim yapamama noktasındadır, bu yüzden de sürekli bir gerilim içindedir. Kürk Mantolu Madonna’nın Raif Efendisi için ise yeraltı adamının seçim yapmış halidir diyebiliriz. O Maria Puder’le karanlık dünyasından sıyrılmış ve gerçekten yaşamaya başlamıştır. Bir ruhu bulunduğunu ancak onunla hatta onun tablosuyla karşılaştığında fark etmiştir. Ancak seçimini babasının ölümü üzerine memlekete gitmekten yana yapmıştır. İkisi de “tutunamamış” karakterlerdir. İkisi de tutunma şansını bir noktada yakalamıştır; Raif Efendi Maria Puder’le yeraltı adamı ise Liza ile.
Sonuçta Blaise Pascal’ın dediği gibi: “Her seçim bir vazgeçiştir.”