Heterotopya? İlk anda antropolojide kullanılan bir sözcükmüş gibi geliyor. Topolojide (Matematiğin ana dallarından biri. Yunanca Topos; yer, yüzey, uzay anlamına gelen kelimeden türemiştir) kullanılan bir sözcük de olabilir. Bilemiyorum tabii, kelimeyi ilk okuduğumda zihnimin çağrışımlarına kulak kabartıyorum sadece. Bu metinde yerine yerleşmesi gereken bir yap-boz parçası Heterotopya; yerini bulana kadar izini süreceğim bir sözcük.
İz sürdükçe rastladığım ilk anlam, sözcüğün, insan vücudundaki bir organın olması gereken yerde değil de başka bir yerde olması durumuna verilen tıbbi anlamı. Fakat günümüzde asıl olarak mimarlıkta kullanılıyor ve böylece Heterotopya sözcüğü yap-boz’daki yerine yerleştirebiliyorum.
Sel Yayınları tarafından yayınlanan Stavros Stavrides kitabı Kentsel Heterotopya’nın alt başlığı: Özgürleşme Mekanı Olarak Eşikler Kentine Doğru.
Heyecanlanıyorum.
“Eşik” sözcüğü bayıldığım sözcüklerin başında geliyor çünkü ve alt başlıkta kilit sözcük olarak yerini buluyor. Eşikler Kenti. Büyüleyici ve çok uzak. Bu tamlamayı okur okumaz kentim İstanbul’un tüm panoramik görüntüsü gözümün önünden geçiyor. Hüzünlü biçimde eşik atlamamış fakat birçok badire atlatmış, talana maruz kalmış, büyüleyici ve artık uzaklarda olan kentimi özlüyorum.
Kitabın ismini ve alt başlığı tam da buraya (eşiğe) bırakıp Heterotopya sözcüğünün yolculuğunu biraz daha yazmak istiyorum.
Karşıma Foucault çıkıyor. Heterotopya, ilk olarak, 1966 yılında basılan Foucault kitabı Kelimeler ve Şeyler’de yer alır. Foucault, daha sonra, bir başka kitabı Öteki Mekanlara Dair’de Heterotopya’nın altı karakteristik özelliğinden bahseder. Bu altı karakteristik özelliğin hepsini buraya yazmayacağım; sadece bir tanesini (beşinci maddeyi) cımbızla çekmek istiyorum:
“Heterotopyalar her zaman bir açılma ve kapanma sistemi gerektirirler; bu, heterotopyaları hem tecrit edilir, hem de içine nüfuz edilebilir kılar.”
Yani kentler; binalar, parklar, bahçeler içinde kendine yaşam alanı yaratan insanları hem hissettirmeden tecrit eder, hem de bu yaşam alanlarına nüfuz edilebilir bir mahiyet verir. Foucault’nun bu ironik tespiti akademik çevrelerde, özellikle mimarlık akademyasında kabul görmez. Buna rağmen onun altı maddelik Heterotopya tanımı başta mimarlık olmak üzere birçok disiplinde tartışmaların fitilini ateşler ve birbiriyle çatışan birçok tanım ve uygulamanın ortaya çıkmasına neden olur. Nihayetinde Kentsel Heterotopya sosyolojideki, sosyal coğrafyadaki ve kent mimarisindeki tanımına bağlanır.
“İnsanlar mekanı yalnızca tecrübe etmez, aynı zamanda onun aracılığıyla düşünür ve hayal kurarlar. Dolayısıyla mekan yalnızca (anlamlı bir yaşam koşulu olarak deneyimlenen ve anlaşılan) halihazırdaki toplumsal dünyayı değil, eylem esinleyebilen ve kolektif düşleri ifade edebilen başka mümkün toplumsal dünyaları da şekillendirir.”
Stavros Stavrides’in Kentsel Heterotopya kitabı kenti, kentleri, yaşadığımız kenti hayal etmenizi bizden özellikle istiyor. Hayal etmenin sonucu olarak, gündelik yaşamımızı çepeçevre saran kent deneyiminin ve mücadelesinin bizleri özgür kılacağına inancını ifade ediyor Stavrides ve bu da kitaba son derece ufuk açıcı bir özellik katıyor.
“Özgürleşme bir süreçse eğer, yalnızca tanımlanmış özgürlük alanları oluşturmakla kalmayıp, dinamik dönüşümlere de yol açmak zorundadır. Böyle bir keşfin odak noktası somut mekanlar değil, mekânsal nitelikler olacaktır muhtemelen. Eşik fikri işte tam olarak bu düzeyde, özgürleşmenin mekânsal dinamiklerini yakalayan bir kavram olarak belirir.”
İnsan ister istemez kendini, kendi kentini, kendi kentinin yaşayışını düşünüyor. Sağlıklı bir şekilde var olamayan bu kent nasıl oldu da eşik atlayamadı; özgürleşemediği gibi devasa bir yüke dönüştü? Bürokrasi ve devlet nezdinde oldu bitti her şey mi diyorsunuz? Bu soruyu not edip bir diğeriyle devam edelim:
Kentin sağlıklı bir Heterotopik yapılanmaya gidebilmesi için en başta ne gerekiyor?
“Toplumsal mücadeleler ve hareketler, eşiklerin biçimlendirici potansiyelliklerine maruz kalır. Mücadele zarfında tecrübe edilen farklı bir hayatın fragmanları eşik vasfına sahip mekanlarda ve zamanlarda şekillenir. Ne zaman ki insanlar eylemlerinin kolektif alışkanlıklarından farklı bir hale gelmekte olduğunun topluca farkına varır, işte o zaman karşılaştırma özgürleştirici bir hal alır.”
Kentlerin devlet nezdinde değil toplum nezdinde değer kazandığı bilinci ve farkındalığı, sağlıklı kent yapısına sahip olmanın birinci şartı. Hemen Berlin geliyor akla, Dresden ve Prag geliyor. Polonya ve Macaristan gibi İkinci Dünya Savaşı’nda korkunç yara almış birçok ülkenin kentleri savaş sonrası yeniden yaratıldı. Binalar aslına uygun olarak, devlet desteği olmaksızın halk tarafından toplanan paralarla restore edildi veya yeniden yapıldı. Yeni yapıların da inşa edildiği kentler eski ve yeni olarak ikiye ayrıldı. İnanın zor bir tarafı yok; kentlere toplumlar sahip çıkar ve yine onlar yapılandırır. İstanbul, bu konudaki başarısızlığın en gözle görülür örneğidir.
Kentsel Heterotopya üç bölümden oluşuyor.
-
Bölüm: Emsal Niteliğindeki Metropol Ritimleri ve Adacıklar Kenti. Bu bölümün alt başlığı; Ritimler, Toplumsal Pratikler ve Kamusal Alan.
Kentlerin kendi dinamiğinde oluşan ritimleri, bu ritimlerle beraber ortaya çıkan pratikler ve kamusal alanların bütün bu tecrübelere göre oluşuyor olması Stavrides tarafından bu bölümde neredeyse tüm ayrıntılara girilerek açıklanıyor. Kent, diyor Stavrides, sadece toplumsal hayatı içermez ya da desteklemez; yeniden üretim için gerekli toplumsal değerleri ifade eder; bu da sosyal bilimlerde gayet güzel bir şekilde formüle edilmiştir.
Şunu özellikle vurguluyor yazar; “Sırf halihazırdaki fiziksel yapılaşmaların fiili ya da potansiyel kullanımları değil, mekânsal yaşam pratikleri ve müşterek iz düşüm formları (örneğin kolektif anılar ya da düşler) üzerinden mekanın nasıl yaratıldığıdır.”
Sonrasında tanıdık bir isimden, Lefebvre’den ve onun kente dair bahsettiği ritimlerden; “döngüsel” ve “doğrusal” ritimlerden bahsediyor altını çizerek.
-
Bölüm: Walter Benjamin Eşikleri, Metropol Mekanında Gezinmek: Ötekilerle Bir Müzakere Formu Olarak Yürüme ve Teatrallik: Eşikler Yaratma Sanatı

Stavrides 19. Yüzyıl mimari yapılanmasıyla, modern toplumun mimari anlayışını bu bölümde karşı karşıya getiriyor. Karşılaştırmaya şöyle başlıyor: “Aslında modern kent hayatını, esasen 19. Yüzyıl boyunca kabararak kentsel kaos ve biçimsel belirsizlik izlenimi yaratan, çok biçimli bir bireyselleşmiş pratikler çeşitliliği olarak anlayabiliriz.”
Sonrasında, iki kutuplu bir analizden faydalanabiliriz diyerek; kamusal – özel, geleneksel – modern, görsel – dokunsal, zihinsel – bedensel gibi karşıtlıkları tahlil ediyor.
Metropol deneyimi bir şok deneyimidir, diyor Stavrides. 19. Yüzyıl’da bile büyük kentler eşi benzeri görülmemiş bir mekânsal-zamansal durum arz eder. Modernitenin uzam deneyimleri ise bireyselleştirilmiş olmalarına rağmen, metropol gövdesinde hiçbir bireysel iz göremezsiniz. “Burjuva bireyselliğinin sürekli bir şekilde arz-ı endam ettiği ve bu nedenle de korunması gereken bireysel deneyim izlerinin olduğu yerler, yalnızca özel barınakların içidir.”
-
Bölüm: Heterotopyalar: Foucault’nun Ötekilik Coğrafyasını Sahiplenmek; Zapatista Heterotopyalarında Kimlik ve İsyan; Aralık 2008 Atina Gençlik Ayaklanması: Mümkün Bir Eşikler Kentinin Fragmanları; Kentsel Müşterekleştirme ve Eşikler Kenti
İktidar ve düzen mimarinin oluşumunda önemli unsurlardır. Özellikle düzen kavramı mekan deneyimiyle derinden derine yüklüdür, diyor Stavrides ve tabii ki tam da bu aşamada Foucault’dan faydalanıyor.
Başlıklara baktığımızda en önemli çıkış noktası olarak şunu yazıyor: “Foucault cezaevlerinin, kliniklerin ya da akıl hastanelerinin doğuşuna dair araştırmasında, temel nitelikleri 18-19. Yüzyıl Batı dünyasında billurlaşmış ‘disiplin toplumuna’ tekabül eden iktidar ilişkileri ‘zincirlemesi’nin tarihsel hususiyetini araştırır.”
Yine Sel Yayınları tarafından yayınlanan Lefebvre kitabı Şehir Hakkı ile ilgili yazarken işaret etmek istediğim ve buraya yeniden yazmak istediğim gerçek şu: “Şehir hakkı diye bir şey var” ve bu gerçek bizi eşikler kentine doğru özgürleştirecek. O kentlerde, o kentlerdeki evlerde, parklarda, bahçelerde, kamusal alanlarda yaşayan toplumların bu bilince ve farkındalığa ulaşması şart. Aksi durumda işin varacağı nokta Heterotopya’nın tıbbi anlamının kentte karşılık bulması olacak maalesef: “İnsan vücudundaki bir organın olması gereken yerinden başka bir yerde olması.”
Kentsel Heterotopya
Yazar: Stavros Stavrides
Çeviri: Ali Karatay
Yayınevi: Sel Yayınları
Türü: İnceleme
Yayın Tarihi: 2016
Sayfa: 229